Yaşadım ve yaşadıklarımı yazdım
YAŞADIM, TIR’DA YATTIM, TIR’DA YEMEK YEDİM VE YOLCULUK ETTİM VE YAŞADIKLARIMI YAZDIM:
TIR’CININ GÜNLÜĞÜ
Ali SÜZEN
TIR’cıın, TIR’cıların tıpkı mevsimler gibi; yazı var, kışı var, ilkbaharı var, sonbaharı var…
İyi, mutlu ve güzel ve yaşanası günleri var, çileli, ıstırap ve acı dolu, yaşanmaması gereken ama bütün bunlara rağmen yaşanan, yaşanması gereken günleri var…
Çünkü; onlar yükünü sarar ve besmele ile kontak anahtarlarını çevirirler, yollara, gurbet yollarına düşerler. Yoların ne getireceği, yolda nelerle karşılaşacaklarını çoğu zaman tahmin de edebilirler ama ellerinden bir şey gelmez.
Ellerinden bir şey gelmez çünkü genelde yüklerini hafta başında yerine teslim etmeleri istenir ve hafta sonları gümrüklerin en yoğun olduğu, alabildiğine kuyrukların uzayıp gittiği günlerdir. Mecburen kuyruğun ucuna eklenirler ve sabır tesbihlerini birer birer çekmeye başlarlar. En hassas oldukları konulardan biri, kuyruğa yama yapılmasıdır ki, bu da kavganın çıkmasının an meselesi olduğunun göstergesidir. Hiç bir TIR’cı bunu hoş göremez, ölümüne hakkını savunur, dövüşür. Buna çok şahit olmuşumdur. Tabii ki; ‘her horoz kendi çöplüğünde öter’. Ama bu affedilmez, not edilir ve kendi çöplüğünde hesabı sorulur.
Sistem arızası, Bulgar Gümrüğünde sık rastlanan operasyonlar da kuyrukların uzayıp gitmesinin, sabırların tükenmesinin sebeplerindendir. Siz buna bir de aile hasretini, banyo, tuvalet ihtiyacını ekleyiniz.
Bitmedi.
Yabancı Ülkelerdeki kuralların, kuralcılığının ve özellikle Türk TIR’larına, TIR’cılarına bu kuralların acımasızca uygulandığını, kendi ülkenizde otoban, köprü, tünel ücreti ve trafik cezaları ödemen cirit atan yabancı plakalı meslektaşlarınızı da bilirken…
Dersiniz ki; ülkemiz çiftlik…
Dersiniz ki, Türkiye ağa, öyle üçe-beşe bakmaz…
Çünkü Türkiye henüz plaka tanıma sistemi uygulamasına geçmemiştir, geçememiştir. Dolayısı ile Türkiye Gümrüklerinden çıkarken aldığı trafik cezaları, ödemediği köprü, otoban ve tünel ücretleri son görevlinin bilgisayarına düşmez. O da bunu bildiğinden peşin ödeme yapmaz ve size nanik yaparak geçer, gider. Ama;
Bir, iki ülke hariç hiç bir ülke “mesai parası” diye bir uygulama yapmazken siz, mesai saatleri dışında veya tatil günlerinde (hafta sonu da dahil) Türk Gümrüklerine girmişseniz, “mesai ücreti” adı altında bir ücret ödersiniz ama bu yabancı plakalı araçlardan alınmaz, sizden alınır. Bu da doğal olarak size dokunur, bir, iki yutkunur ve yutkunduğunuzla kalırsınız…
İşte, bütün bunları yazabilmek için bizzat yaşamak lazım diyerek her zaman yanımda bulundurduğum yeşil pasaportumla 10 dakikada karar vererek apar, topar kendimi arkadaşım Kirli Fahrettin’in TIR’ında buldum ve Hamzabeyli Gümrük Kapısı’ndan Bulgaristan Rusçuk’una doğru yola koyulduk. Neden Rusçuk? Çünkü arkadaşım yükünü oraya indirecek.
Bulgaristan, her ne kadar Avrupa Birliği Ülkesi de olsa maalesef Avrupalı değil, henüz. Yolları yol değil, kafaları, mantaliteleri Avrupalı değil.
Mart’ın son günleri…
Aman Allah’ım bu da ne?
Her taraf bembeyaz…
Kar yağıyor ve göz, gözü görmüyor…
Neyse ki, rahat sayılabilecek bir yolculukla (o şartlara rağmen) gecenin bi vakti Rusçuk’a vardık ve gümrük sahasına park ettik, Iveco Palas’ta(TIR’ın markası) uykuya yattık. Seyyar bir tuvalet konmuş bir kenara… Pislik içinde… İlk Şok’umu yaşadım ama bozuntuya vermedim. Sabah uyandığımda biraz dinlenmiş buldum kendimi. Kirli Fahrettin’in hazırladığı kahvaltı ile açlığımızı geçiştirdik ve beklemeye başladık. Ne gelen var, ne giden…
Neyseki öğleden sonra yükü indireceğimiz firmanın sorumlusu geldi ve kantara girerek kendisini takip ettik. Rusçuk Merkez’de bir firmanın bahçesine yanaştık. Biraz bekleyişten sonra yük indirilmeye başlandı. Ben de kendimi dışarı attım, Rusçuk’u, bu Osmanlı Şehri’ni keşfe daldım.
Daldım dalmasına da nasıl bir soğuk, nasıl fırtınalı bir kar yağışı…
Hazırlıksız da çıktığım için bir kaşkolum bile yok, bereket ki sırtım giyinik. Bi benzin istasyonuna, kafeye kendimi zor attım. Soğuktan yüzüm felç olacak diye çok korktum doğrusu. Çay, kahve derken biraz ısındım, kendime geldim.
Hiç gezip tozma havası yoktu ne yazık ki!..
Mecburen geri döndüm. Bi kaç saat sonra yükümüz boşaldı. Tekrar kantara girdik ve işimiz bitti. Saat, 20.00 olmuş ve kaptana Romanya’dan filan yerden yük alacağı talimatı gelmişti.
Bulgaristan- Romanya Gümrüğü için biz de yaklaşık 8 km.’yi bulan kuyruğa girdik. Ben, odama(!) çekilip kaptanı kuyrukla baş başa bıraktım. Uyandırıldığımda saat 23.00 sularıydı. Kaptan, pasaport kontrolü için görünmem gerektiğinden bana kıydı. Uyandırdı. Ne yaparsın, el mahkum. Bindik bi alamete hesabı…
Meşhur, Şanlı Tuna Nehri üzerinden binbir duyguyla geçtik…
Neler düşünmedim ki?!..
“Tuna Nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor. Şanı büyük Osman Paşa Plevne’den çıkmam diyor!”
Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”‘sini…
Bize hiç öğretilmeyen, anlatılmayan o Silistre Zaferini Marx, Engels’ten mi öğrenmeliydik?
O şanlı Silistre Kahramanı(adını siz bulun, biraz araştırın) ki, zaferden sonra ” benim için en büyük madalya ‘şehitlik’ olurdu, diye aldığı madalyaya hiç sevinmemiş ve bu samimi, ihlaslı dileği duaların kabul edildiği saate denk geldiğinden olsa gerek, üç gün sonra abdest alırken bir top gülle parçası ile dileği yerine gelmiş ve şehadet şerbeti içerek rahmet-i Rahman’a ermiştir.
Ve Romanya…
Hep gene Avrupalı Romanya!…
Bükreş Otoyolu’ndan Meşhur Osmanlı Liman Şehri Köstence’ye doğru yol alıyoruz ama kar yağışı da olanca hızıyla devam ediyor. Gece yarısı, yük alacağımız yere 10-15 dakikalık bir yol kaldığında yol kenarında bir benzin istasyonu, TIR Parkına Demir atıyoruz, pardon Demir Atmak mı dedim? Siz onu park etmek olarak anlayınız.
Nefis bir kafesi var. Her taraf pırıl, pırıl. Oh be, işte bu diyorum. Üstelik internet de var. Daha ne olsun!
Kuyrukta beklerken aldığım aldığım uyku bana yetmiş. Yatmıyorum Ivekopalas’ta…
Sabah Namazını bekliyorum, çay-kahve içerek…
Kar yağışı, fırtına devam ediyor. Bi ara Romanya Trafik Polisleri TIR’ları tek, tek dolaşarak; yolların kapalı olduğunu, kendileri haber vermeden yola asla çıkılmamasını tembih ettiler. Kaptan derin bir uykuda, Ali Hoca nöbette…
Bari, Bükreş’e gidebilseydim diye iç geçiriyorum ama ne mümkün?
Eh, ne yapalım? Başa gelen çekilir!
24 Saatimiz orada geçiyor ve hafta sonu…
Yük, ancak Pazartesi yüklenebilir. Eee, pazar gecesi mesaide olmam lazım!?
Nasıl dönebilirim endişesi kaplıyor içimi. Neyse ki, TIR’cılar arası dayanışma ve işbirliği devreye giriyor: Seni Köstence’ye götürelim oradan otobüs bulabilirsin diyor, kaptan Haluk. Taş fırın erkeği Haluk’u hatırlatıyor bana kaptan Haluk. Görmüş, geçirmiş yaşını başını almış, sözü sohbeti dinlenir, konuşkan, güler yüzlü biri o. Teklifini kabul ediyorum ve yola revan oluyoruz. İlginçtir; ne Bulgaristan’da ne de Romanya’da Euro’ya itibar var. Herkes kendi milli parasını tercih ediyor. İyi de bende lei(ley) yok ki!
Leva almıştım bi miktar ama ley yok. Kaptanda da yokmuş. Beni Köstence yakınlarında indirdi ve sık geçen minibüslerle Köstence Merkez’e gitmemi salık verdi Kaptan Haluk, sağ olsun. Ona hayırlı yolculuklar dileyerek atladım yere ve ilk gelen minibüse bindim. Kadın muavin geldi ve yol parası istedi. İki Euro uzattım. Hayır, dedi. Ben de başka param yok dedim. Şoföre sordu. O da hayır deyince paramı geri vererek beni en yakın durakta indirdiler. Ben de kendi kendime; “ben Dağlı isem, siz de Euro kabul etmiyorsanız, ben de ücretsiz yolculuk ederim, her gelen minibüs bi durak götürse gideceğim yere nasılsa varırım, zamanım var nasıl olsa” dedim ve yeniden bi minibüse bindim. Yine aynı ritüel… Ama o da ne? Kaptan iki Euro’yu cebine atıverdi. Niyetimi anlamış olmalı, yiğitlik bende kalsın dedi uyanık!
Ve Köstence…
Ve Şanlı Tuna’nın Karadeniz’e döküldüğü ünlü Osmanlı Liman Şehri…
Ama o da ne? Yolcu olmadığı için o gece otobüs seferi yokmuş Türkiye’ye…
Eee, no’lcak şimdi?
‘Demokraside çare tükenmez’ ünlü Türk deyişi devreye girer…
“Danışan dağları aşar, danışmayan düz yolda şaşar!” dememiş mi ATA’larımız!
Danış, Ali danış dedim kendi kendime.
Dediler ki, illaki gideceğim diyorsan; minibüsle Mangalia’ya git, oradan da küçük Romanya-Bulgaristan Sınır Kapısı Vama’ya geç. Sonra Varna’ya gitmenin yolunu bul. Oradan akşam geç saatlerde muhakkak araç bulursun.
Ve Varna…
Evet 23.00’da otobüs var…
Var ama Dereköy-Kırklareli var. Eh, ne yapalım, el mahkum, biletimizi aldık. Karadeniz Sahilinden güzel bir yolculukla sabah 05.00 sularında Kırklareli’nde indim çünkü otobüsümüz İstanbul’a gidiyor ve günlerden pazar…
Saat 08.00’dan önce Edirne’ye araç kalkmaz, dediler. Sabahçı kahvesinde bekledim.
Bu macera 09.30 sularında Edirne’de noktalandı mutlu ama yorgun bi şekilde.
12 Nisan 2018, Kapıkule/Edirne
- Mehmet Ali Abakay Yazdı: Kitap Fuarı mı Çocuk Kitap Panayırı mı? - Kasım 25, 2024
- İstasyon Mahallesi’ne Ulaşım Artık Üst Geçitten - Kasım 21, 2024
- Mehmet Akkaşoğlu Yazdı: Allah’ın Güzel İsimlerinden El_Mütekebbir - Kasım 21, 2024
Merhaba Ali abi biz tarnsporcuların sıkıntılarını daha çok yazarsan minnettar oluruz ALLAH razı olsun.kolaylıklar versin
Eyvallah, Mustafa Kaptan! İlginiz ve güzel temennileriniz için çok teşekkür ederim. Bu yazı, ilgili yerlere ulaştırılmıştır. Size bir de müjde vereyim: Trakya Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü yetkilileri ile yüz, yüze görüştüm. Mesai ücretlerinin kaldırılması için çalışmalar olduğunu belirttiler. Umarım en kısa zamanda bu haksız ve tatsız uygulamaya son veren kanun çıkarılır. Bunun için takipte kalmanız, sitemizi bütün meslektaşlarınıza duyurmanız, siyasilere bu durumu heyetler halinde anlatmanız gerekmektedir.
Baki selam ve dua…
Allah yürüyüş takımlarınıza zeval vermesin!