Suna İlhan Yazdı: ÜÇ GÜNLÜK MİSAFİRLİK

ÜÇ GÜNLÜK MİSAFİRLİK

Vakti zamanında, tanıdık bir karı-koca çocuklarıyla birlikte birkaç günlüğüne bize geldiler.

Misafirperver birileri olarak elimizden geldiğince onları memnun etmeye çalıştık.

Karı-koca rahat etsinler diye kendi yatak odamızı verdik.

Çocuklara ise, oğlanlar ve kızlar odası diye münasip bir yer gösterdik.

İlk gün, hepsinde biraz çekinme vardı.

Ne verirsem yiyorlar ne dersem yapıyorlardı.

İkinci güne doğru bana yardımcı olmaya başladılar.

Anneleri yemek işinde, kızlar sofra kurma-kaldırma, bulaşık vs zamanları hemen yetişiyor, benim işimi kolaylaştırıyorlardı.

Alışveriş yükünü de oğlanların paylaşması gayet hoşumuza gitti.

Eşim de kendi kafasında biriyle sohbet etme imkânı bulmanın sevincini yaşıyordu.

Her şey o kadar güzel gidiyordu ki…

Ne yaparsak beraber yapıyorduk. Konuşa konuşa, tatlı bir telaşla.

Üçüncü gün gitmek istediklerinde biraz daha kalmaları için ısrar ettik.

Kabul ettiler.

Sık sık bize dua ediyor “kendilerini evlerinde” hissettikleri için memnuniyetlerini dile getiriyorlardı.

Bizde de misafiri memnun ve razı etmenin huzuru vardı.

Sonraki gün, kızlar arasında gerginlik olmaya başladı.

Neymiş efendim, onların odasına sabah güneşi vurduğu için sıcaktan uyuyamıyorlarmış. Oğlanların odası daha serinmiş.

Kem küm etseler de oğlanları razı ettik ve odalar değişti.

Yine her şey güzel giderken, bu kez misafir beyefendi rahat yatamadığını söyleyerek yastığını değiştirmemizi istedi.

Onu da hallettik.

Biz kadınlar yine tatlı bir telaş içinde yemek hazırlıkları yaparken ortak bir arkadaşımız aradı.

Ona misafirimden bahsettim.

Onunla da konuşması için telefonu verdiğimde misafirim yine aynı şeyleri söyledi. Bizden çok memnun kaldıklarını filan anlattı. “Kendimizi evimizde gibi hissettik” demesi üzerine bir espri yaptım: “O kadar ki, korkarım evin tapusunu onlara vereceğiz”.

Benden çok o güldü…

Ertesi gün mutfağa gittiğimde, onun çoktaaaan kahvaltı hazırlığı içinde olduğunu gördüm.

Başka bir şey yapmak için ayırdığığım malzemeyi “çocukları böyle daha çok seviyor” diye kullanmaya başlamış.

“Olsun” dedim içimden. Mutlu olsunlar da…

Daha sonra bana, evin eşya düzeni ile ilgili bazı değişiklikler yapmamı söyledi.

Ben de onların düzenin niye öyle olduğunu anlattım, dudağını büktü.

İçimde bir ürperme oldu.

Kendimi İsrail’in ablukası altındaki Filistin’li gibi hissettim.

O akşam eşimin yüzüne baktım, önceki günkü sevincinden eser kalmamıştı. “Ne oldu” diye sordum. “Hiiiiç!!!” dedi.

Bu kelimeyi uzatarak söylemesi bir şeylerin gereğinden fazla uzadığını gösteriyordu. Üstüne gitmedim.

Aynı günün akşamı misafirlerimiz, ertesi gün için gitme planları yapıyorlardı. Bizden hiç “çıt” çıkmadı.

“Siz bilirsiniz” dedik kibarca.

Telaşlı bir kahvaltı sonrası yola çıktılar.

“Güle güle gidin” dedik ama ağzımız dolu dolu “tekrar gelin” diyemedik.

Onları uğurlayınca beni aldı bir düşünce…

“Hey gidi Suna, hey gidi gafil nefis! Şu misafirler, üç günlüğüne diye geldiler neredeyse devamlı kalacak gibi davrandılar. O kadar “ev sahibi” rahatlığı içindeydiler ki az kaldı sen valizini alıp gitmeye hazırlanacaktın. Sanki bu evin maliki onlardı. Asıl sahibinin kim olduğunu unutup kural koymaya, düzen değiştirmeye bile başladılar.

Nasıl?!!! Bu davranışları zoruna gitti, değil mi?!

Tıpkı, dünyaya üç günlüğüne gelip, ebedî kalacakmış gibi davranan, mülkün asıl sahibi Allah’a kafa tutan, O’nun idare ve düzenine karşı çıkan, kabul etmeyen, kendince kurallar uyduran insanoğlu gibiydiler” dedim.

“Şimdi anladın mı, Allahü Teâlânın, niye devamlı insanoğlunu uyardığını?! Şimdi idrak edebildin mi dünyada ev sahibi kim, misafir kim?! Şimdi gördün mü, hakkı bilmenin ve haddi aşmanın ne demek olduğunu?!!”

Allahü Teâlâ ne buyurmuş?!

“Onlar, dünya hayatını âhirete tercih eden, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir; işte onlar derin bir sapkınlık içindedirler.” (İbrahim Sûresi/3)

Ya Rasûlullah efendimiz?!

“Dünya benim neyime gerek! Benimle dünyanın misâli, bir yaz günü yolculuk yapıp da, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da kalkıp yoluna devam eden kimseye benzemektedir.” (Hadis-i Şerif)

Tevbe Allahım!!!

Hangi konuda aşırı gittimse,
Sana karşı hangi cürmü işledimse,
Hangi bozgunculuğu yaptımsa binlerce kere tevbe.

Çok mahcubum… Beni, bizi affet Allahım..!

Geçici dünya hayatını ebedî sanıp asıl ebedî yurdumuz olan ahireti unuttuk. Sana isyan ettik, emirlerine itaat edemedik, bizi bağışla.

Sen, el-Melik’ül Mülk’sün. Sen, Tevvab’sın. Sen, Hâdi’sin.

Bize hak ve hakikatleri bilmeyi ve ona göre yaşamayı nasip et…

Kaynak: SUNA İLHAN

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.