Rıdvan Canım Yazdı: Edirne’ye Davet
Çoğu zaman, söz anlatmaktan aciz kalır manayı…
O mana EDİRNE’dir.
Sadece yaşanır belki de ..
ve YAŞANMALIDIR.
SİZ DE BİR GÜN EDİRNE’YE GELMELİSİNİZ MESELA…
Namazgah’tan sessizce şehre girip, doğruca SELİMİYE’ye yönelmelisiniz.
KAPALI ÇARŞI’dan geçip SELİM’in SELİMİYE’sini selamlamalı, MURAD-I EVVEL’ in eski sarayından geriye nelerin kaldığını görmeli, sonra KÜÇÜK PAZAR’ dan MURAD-I SANİ’ nin MURADİYE ’sine yönelmelisiniz…
Sizi burada dört gözle, kaç asırdır bekleyen NEŞATİ DEDE’ ye onun en güzel gazellerinden birini fısıldamalısınız başucunda….
O’nun kırılan mezar taşlarını yüreğinizin bir yerinde bir şeylerin kırıldığını hissederek ellerinizle toparlamaya çalışmalısınız.;
Sonra.
Büyük şair ENİS RECEP DEDE ile
Şeyhülislam MUSA KAZIM’ın bu kabristanın sakinleri arasında olduğunu unutmamalısınız.
Sonra, gözleriniz, bu bahçede eşiği asırlardır mevlevi dervişlerinin gözyaşı ile ıslanmış mevlevihane’yi aramalı boş yere. Başlarında çağları, ellerinde asırlarca dünyayı döndüren mevlevi dervişlerini bir de….
Oradan Sultan Fatih’in, Şehzade Cem’in doğup büyüdükleri,
koşup oynadıkları Sarayiçi çayırlarına Kanuni Köprüsü’nden geçerek uzanmalı, her şeye rağmen ayakta kalabilmeyi başarmış Adalet Kasrı’na bakarak bir zamanlar etrafa çil çil saçılmış Mamak Sarayını, Dolmabahçe, Gülhane, Iydıyye, Terazi ve İftar Kasırları ile av, bülbül, değirmen, şikar, tebdil, alay köşklerini sormalı, yiğitlerin harman olduğu, demir kuşaklı cihan pehlivanlarının, Koca Yusuf’ların , Kurt Dereli Mehmet pehlivanların, Kel Aliço’ların ter döktüğü er meydanı Kırkpınar’ın toprağına yüz sürmelisiniz.
Balkanların yüzü suyu mudur, gözyaşı mıdır pek bilemediğimiz güzel Tunca karşılayacaktır sizi orada.. O’nun eteğini bırakmadan köprüler, saraylar, imaretler arasında ilerlerseniz, Murad’ı Sani’nin yeni saray’ından geriye kalan ıssız bir ‘’bab-ı ali’’ karşılayacaktır sizleri. Rumeli’den dolu dizgin zafer haberleriyle gelen nice akıncının bu kapıdan saraya girdiğini düşünürken, kitabesinde muhtemelen ‘ küllü men aleyha fan’, yani ‘dünyada ne varsa herşey fanidir’ yazısını okuyacaksınız belki de… biraz ötede Bayezid’lerin iki güzel camii sizi beklemektedir şimdi de… önce kaç asırlıktır bilinmez uhrevi misafirleriyle bir gülistan olan mezarlığı, sonra asırlar eskitmiş hanı, çeşmesi, medresesi ve darü’ş-şifası ile Bayezid-i sani külliyesi çıkacaktır önünüze… ve ardından Bayezid-i Evvel Camii… yürümeye devam ederseniz Rumeli kırlarının deli çocuğu Edirne’nin ve Rumeli’nin adı dillere destan şanlı akıncısı, alpereni Gazi Mihal Bey Camii’ni göreceksiniz… ve birden Osmanlı ile birlikte şehrin, kendini kuşatan surlara sığmayıp nasıl taştığına şahit olacaksınız o noktada.
Sizi şimdi de İslam Peygamberinin bizzat işaretiyle kurulmuş Darülhadis Camii karşılayacaktır. Siz ‘ burada bir de Osmanlının en büyük medreselerinden biri vardı, hatta meşhur Kemal Paşazade de burada hoca idi, şimdi bu medrese nereye gitti?’ diyeceksiniz belki ama bahçed e Sultan ikinci Murat’tan yadigar kalan iki şehzade türbesinden gizlice gelen ‘ gittiler! ,gittiler!’ cevabına razı olacaksınız çaresiz. Eğer bu şehirde Tunca boyunca yürümeye devam ederseniz, sizi üzerinden eşsiz köprüleriyle Meriç ve Arda karşılayacaktır… bu köprülerden birinin tarih kasrındaki taşlara oturup yine uzun uzun sahilleri , yemyeşil ormanları, sayısız minaresiyle uzakta yükselen şehri, Bülbül Adası taraflarını seyredin… sonra Edirne’nin Üçüncü Ahmet ve Damat Nevşehirli İbrahim Paşa ile nihayet bulan ikbal devirlerinde işte bu Meriç ve Tunca’da yaldızlı saltanat kayıklarının, vezir ve kazasker kayıklarının dolaştığını hayal edin . O anda sahilleri süsleyen sarayların, köşklerin ve gül bahçelerinin mermer rıhtımlarına, son derece güzel, kim bilir belki de ipekler ve elmaslar içindeki Rumeli dilberlerinin gururla ve nazla ayak atışlarını siz de görür gibi olacaksınız. O kayıkların Tunca ve Meriç’in suları üstünde süzülürken küreklerinden tatlı tatlı sesler çıkardığını duyacaksınız belki de… O saltanat kayıkları, o dilber sultanlarla cariyeler gideli artık asırlar geçmiştir ve şimdi size kalan onların düşünü kurmaktır sadece… burada, İkinci Abdülhamid’in saltanat yıllarında Edirne Valisi olan Antepli Kadri Paşa’nın eseri yaklaşık dört kilometrelik parke taşıyla döşenmiş yoldan Karaağaç’a doğru ilerlerseniz meşhur Hacı Adil Bey Çeşmesi’nin yalnızlığını paylaşabilir, biraz daha yürürseniz 1913 Balkan Şehitleri’nin anıtlaşmış direnişine tanık olabilirsiniz..
Geriye dönüp Bostanpazarı’na geldiğinizde, Rumeli ve Balkanlar’ın Manevi Mürşidi, gülşeniler’in gülü, Şeyh Hasan Sezai hazretleri’nin sizden bir fatiha beklediğini göreceksiniz. Haa, bu arada şööyle Uzunkaldırım’ a uzanıptaRumeli ve Osmanlı’nın on altıncı asırdaki büyük şairi, kalenderi dervişi şimdilerde Edirnelilerin ‘Hayali Baba’ sını ziyaret etmek istemez misiniz? Henüz şehre girmediğinizi bilmelisiniz . Bunlar Edirne’nin kenar süsleridir. Şehre, Çelebi Sultan Mehmed’ in kızı Ayşe Sultan Camii ile Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı arasından girebilirsiniz… Deftardar Mustafa Paşa Camii,Lari Çelebi Camii, Sittişah Hatun Camii unutulmamalı tabii… bunlardan sonra muhteşem kervansarayı ile ‘Muhteşem Süleyman’ Kanuni’nin damadı Rüstem Paşa tarafından karşılanırsınız… Eski Cami ve Bedesten, ‘ biz de Osmanlının hediyesiyiz bu şehre’ derler size… yürürseniz Bosnalı Ali paşa’nın, kaderi Bosna gibi hep yanmak olan emsalsiz Ali Paşa Kapalı Çarşısı’nı bulursunuz karşınızda..
Bir yaz günü ise bu geziniz hem vücudunuz, hem de ruhunuzun ferahlayacağını bilmelisiniz. Ardından Üç Şerefeli’nin Burmalı Minaresi sizi asırlar öncesine taşıyacak, karşısındaki Sokollu Mehmet Paşa’nın hediyesi muhteşem hamamda belki biraz nefeslenecek, eğer Saraçhane’ye inerseniz Beylerbeyi Camii ve Mezarlıklarını, Kaleiçi’ne girerseniz, üç yüzyıl öncesinin Edirne’sini bulacaksınız… böyle bir geziden sonra Edirne’nin o güzel sebillerinden kana kana su içmek en büyük hakkınız tabii . Suyu belki de cennetten gelen bu sebiller, ya Esat Muhlis Paşa’dan, ya Hasan Çelebi’den, ya da Koca Mustafa Paşa’dan bir yadigardır bu şehre. Hele şöyle bir de kıyık’tan Buçuktepe’ye uzanırsanız Edirne’yi değil, çok daha ötesini, ne bileyim belki de hasret kaldığımız Rumeli’yi göreceksiniz. Belki oradan Üsküb’ü, Filibe’yi, Sofya’yı, İşkodra’yı, Silistre’yi, Varna’yı belki de Plevne’yi eski Zağra’yı, Mostar’ı, Prizren’i, Pelgrad’ı, Selanik’i, Vardar’ı göreceksiniz… ve gözlerinize inanamayacaksınız…
evet, sizi işte bu şehre bekliyoruz…
bu şairler yurduna…şehirlerin ‘elyazması’na…tarihin hafızası bu bilge şehre , Edirne’ye… unutmayın ki sizi burada bekleyen yüzlerce ‘ evlad-ı fatihan’, Rumeli’nin ilk sakinleri var. Sizi hem toprağın altındakiler, hem toprağın üstündekiler bekliyor burada…
GELİN VE YAŞAYIN BU ŞEHRİ, BU TARİHİ,
BU MANAYI……
Kaynak: Prof. Dr. Rıdvan CANIM
- Edirne’de Türk Dünyası Kadın Başlıkları Sergisi - Kasım 1, 2024
- Edirne Gastronomi Festivali Törenle Başladı - Kasım 1, 2024
- Edirne Orduevi Önünde Kaza - Kasım 1, 2024