Recep Mesut Yazdı: TÜRK KAHVESİNE METHİYE
TÜRK KAHVESİNE METHİYE
Ben iflah olmaz bir kahve tiryakisiyim. Öyle herhangi bir kahve de değil, muhakkak “Türk kahvesi” olacak. Acaba milli bir içgüdü mü? Gezdim dolaştım Avrupa ülkelerini, inatla her yerde Türk kahvesi istedim. Bilmeyen yok, kahveyle Avrupa’yı tanıştıran Türkler olduğunu ve kendisine has özel bir tertibatı ve teşrifatı olduğunu biliyorlar, fakat menüden çıkarmışlar, her yerde sunmuyorlar. Evliya Çelebi gibi artık biz de gezgin millet olduk. Yurtdışına çıkan her Türk vatandaşının havaalanlarında ve hotellerde ısrarla Türk kahvesi talep etmeli. Geleneğimizin ve tarihimizin reklamı olur. Mesela, Yunanistan’da çok güzel Türk kahvesi yapıyorlar. Benzin istasyonlarında bile var, fakat “Greek coffee” diyorlar. “Turkish coffee” var mı diye sorunca “Yes” diyorlar ve gülümseyerek “Greek coffee” ilave ediyorlar ve bunların eşdeğer olduğunu, marka adını gasp ettiklerini itiraf ediyorlar. Amma velâkin, hayatımdaki en güzel Türk kahvesini Batı Yunanistan’ın taşra kasabası Preveze’de içmiştim (2016). Ünlü deniz zaferimizin bir izini bulamadık, fakat mola verdiğimiz meydanda bir yaşlı hanım, iki fincanlık cezvede hepimize ayrı ayrı kahve pişirdi. 40 kişilik Türk otobüsü, sıraya girdik ve sabırla bekledik. Meğer özlemişiz…
Çocukluğumdan beri kahve ile haşır neşir olurum. Benim içmeme izin vermiyorlardı, fakat bir misafir gelince heyecanla prosedüre katılıyordum. Eski Osmanlı geleneklerinin takip edildiği evimizde ayrıntılı bir tertibat vardı: öncelikle kahve Yemen’den geliyordu ve “Moka” (Mokka; Mocha) markası ile çarşıda satılıyordu. Bu Yemen’in Kızıldeniz kıyısında bir liman imiş, kahve bitkisi de orada yetişmiyormuş, sadece dünyaya buradan yayılıyormuş. Kahvenin kokusu ve feri gitmesin diye az miktarlarda çiğ kahve çekirdekleri satın alınıyordu – meyvesi kırmızı, çekirdekleri yeşil, kavrulunca “kahverengi” (bu rengin tarifine daha önce ne diyorlardı acaba?) oluyordu.
Kavrulması da evde azar azar yapılıyordu. Uzun bir demir çubuk ucuna, delikli bir silindir yerleştirilmiş ve ocak ateşinde döndürülüyordu – kahve tamburu. Ocağın arka tarafındaki taşın üstünde tamburun döneceği çukurcuk bulunuyordu. Sonraki yıllarda çarşıdan artık kavrulmuş (az, orta ve çok kavrulmuş incelikleri vardı) alınmaya başlandı. Günlük ihtiyaçlar için “kahve değirmeni”‘nde öğütülüyordu. Pirinç bir silindir olan değirmenin, katlanabilen kolunu çevirmeye bayılıyordum. Eskiden kavrulmuş çekirdekler dövülerek ufalanıyormuş ki, buna da “tahmis” diyorlarmış [Edirne’deki “tahmis çarşısı” ünlüdür]. Öğütülmüş kahvenin hemen tüketilmesi evlâ idi. Kısık odun ateşinde, bakır cezveye konan bir “kahve kaşığı” miktar, su ile kaynatılıyordu. Pişen kahve köpüklü kabarıyordu. Başında beklemek ve taşmadan “kahve fincanlarına” pay etmek ustalık işiydi. Otantik fincanlar kulpsuz ve kalın porselenden oluyordu. Cezveye şeker konmuyordu (“sade kahve”), fakat yanına “kıtlama şeker” ( veya lokum) ilave ediliyordu. Suda erimeyen taş gibi kıtlama şekerin özel kıracağı (kerpeten gibi) vardı. Dedem şekersiz içer, kıtlama şeker de benim mükâfatım olurdu. Dipte kalan “telvesi” ile “kahve falına” bakılıyordu.
Bu kadar meşakatli hazırlanan kahvenin tabi ki “kırk yıl hatırı” olacaktı.
Lise ve üniversite yıllarımda Batı icadı süzülmüş neskafeler ile sınavlara hazırlanıyordum. Yaş kemale geldi, genlerim depreşti ve Türk kahvesini yeniden keşfettim. Yan etkileri en az, içimi yumuşak, kokusu enfes, kalbi yormayan, sinirleri germeyen kahvenin Türk kahvesi olduğunu anladım.
Kahvesevenlerin piri Tiryaki Hasan Paşa’yı (1530-1611) yad etmeye başladım. Kanije (Nagykanizsa) Kalesini 71 yaşında kahramanca savunmuş ve 81 yaşında vefat etmişti. Muntazam alınan kahvenin ömrü uzattığına da inandım. Fransız yazar Honoré de Balzac (1799-1850) ise delicesine kahve tutkunu imiş – günde 50 fincan içiyormuş (!). Ben artık fazla kaldıramıyorum – günde en fazla iki fincan.
2017 yılında ise Ukrayna’nın Kamaniçe (Kamyanets-Podilski) şehrine gitmiştim. Bir de ne göreyim – bu tarihi ve turistik şehrin merkezinde “Kava Turka” festivalinin reklamı yapılıyordu. Ve Viyana’dan önce (1683, İkinci Viyana kuşatması) Türk kahvesini kullanmaya başlamışlarmış (1672, Lehistan Seferi).
Kaynak: Recep Mesut
- Mehmet Ali Abakay Yazdı: Kitap Fuarı mı Çocuk Kitap Panayırı mı? - Kasım 25, 2024
- İstasyon Mahallesi’ne Ulaşım Artık Üst Geçitten - Kasım 21, 2024
- Mehmet Akkaşoğlu Yazdı: Allah’ın Güzel İsimlerinden El_Mütekebbir - Kasım 21, 2024