Recep Mesut Yazdı: HACIOĞLU PAZARCIK
HACIOĞLU PAZARCIK
Benim doğup büyüdüğüm şehir Güney Dobruca’nın tarım merkezidir. Karadeniz’den 30 km içerde, 230 m rakımda, kuzeye doğru soru işareti gibi kavis yapan bir dere çöküntüsünün ortasında yer alır. Tuna nehrinden uzaktır (Silistre 90 km’dir).
Son kazılarda bazı Roma kalıntıları çıkmış olsa da, MS. 600 ilâ 1400 arası yerleşim olmamıştır (Kavimler Göçü). Bulgarca okul kitaplarımızda da Osmanlı tarafından XV yy’da kurulduğu yazıyordu.
Dedemden nakledeyim: Hacıoğlu adında bir tüccar, oğulları ile birlikte, ormanlık bir alanı çevreleyen bir dere görmüş (Dobruca’da akarsu nadirdir). Katran ticareti yapıyormuş ve gelen geçen arabalara satıyormuş. Güneyden kuzeye giden yol ile doğudan batıya giden toprak yolun çatağına evini ve dükkanını kondurmuş. Başka aileler de çevresine yerleşmişler, pazar yeri açmışlar, ilk camiyi de Hacıoğulları kurmuşlar – Eski Cami (maalesef komünist yıllarında yıktırıldı). Haziresinde de Hacıoğulları sülalesine mensup kişilerin mezar taşları hala duruyordu. Dedemle unutamadığım bir tartışmamız olmuştu. Sultan Musa yıllarında diyordu. Galiba cami kitabesinde veya haziredeki şahide taşlarında yazıyormuş. Ben, 12 yaşlarında, bilgiç edasıyla, “Ama dede, Sultan Musa yok ki” diye itiraz ediyordum. Çünkü Türkiye’de basılmış tarih kitapları okumuştum. Dedem sakin sakin “Var, var, onlar bilmiyorlar” diye cevap veriyordu. Yıllar sonra Türkiye’ye geldim, kalın ciltli Osmanlı tarihleri okuyunca hatırladım. Gerçekten varmış. Fetret döneminde , 1410 ile 1412 arasında Edirne’de hüküm sürmüş: Sultan Musa Çelebi. Eflak voyvodası Mirça’nın desteği ile Dobruca’dan asker toplamış ve ağabeyi Süleyman Çelebi’yi tahttan indirmiş. İki yıl beş ay hüküm sürmüş ve diğer ağabeyi Mehmet Çelebi tarafından indirilmiş ve katledilmiş. Bu nedenle kasabamızın kuruluş tarihi 1410 olarak kabul edilebilir [“Edirne Sultanları” adındaki makalemde ayrıntılı anlatmışımdır. Bk. recepmesut.com kişisel web sitesi].
Zamanla Hacıoğlu Pazarı Hacıoğlu Pazarcık olmuş, 10,000 nüfuslu kasabaya dönüşmüş, köy iken kaza merkezi olmuş. Osmanlının kuzey seferlerinde menzil kasabası olarak önem kazanmış, 100,000-lik ordular konaklamış. Deniz kıyısından hoplayа zıplaya gidecek halleri yok ya.. Manda arabalarının çektiği toplar düz yol isterler. 1672 Lehistan Seferi dönüşünde Sultan Avcı Mehmet burada mola vermiş ve ayı avına koyulmuş. Çok sevdiği hasekisi Emetullah Gülnuş’u Edirne’den yanına çağırtmış. Kadıncağız ilerlemiş hamile imiş, emir var diyerek yaka paça götürmüşler. Ve 1673 yılbaşı gecesi subaşının konağında doğum yapmış. Adını Ahmet koymuşlar. Ve şansı yaver gitmiş, 30 yıl sonra 3. Ahmet olarak sultan olmuş. Tam 27 yıl iktidarda kalmış, Patrona Halil isyanında suhuletle indirilmiş. Lale Devrini yaşatmış, matbaaya izin vermiş, Deli Petro’yu yenmiş. Sultan 3. Ahmet’in doğum yeri benim kasabamdır. [“Osmanlı Sultanlarının Hastalıkları ve Ölüm Nedenleri” kitabımdan].
Ben doğduğumda 60 yıl geçmişti, fakat Osmanlı havası hala hissediliyordu. Çevre köyler pazar alışverişi ve Cuma namazı için kasabayı dolduruyorlardı. Birkaç tane pazar yeri vardı – hayvan pazarı geniş taşlık alanı kapsıyordu. Onun yanında tezgahları duran meyve-sebze pazarı Türk mektebinin karşısına isabet ediyordu. Okula giderken gelirken buralardan geçmek mecburiyetindeydim. Eski Cami karşısındaki üçgen alanda arabacılar, demirciler, nalbantlar, nalburlar, hamutçular yer alırdı. Onun ilerisinde de Çarşı başlardı – kumaşçılar, terziler, ayakkabıcılar, saatçiler, kuyumcular, berberler, kasaplar, aşçılar, tatlıcılar, aktarlar, tütüncüler, kahve satanlar, tuhafiyeciler dizilmişlerdi. Bunların çevresinde 14 han, hepsinin ortasında taşlık, çevresi ahır, konukların gecelediği geniş bir oda (kışın soba yanardı), hela ve bitişikte kahvehane. Öküz arabaları ve at arabaları birbiriyle karışır, trafik kesmekeştir, hanlara girenler hanlardan çıkanlara karışır. Küçük çocuk olarak çiğnenmeden geçmek açıkgözlük ister. Hamallar un ve zahire çuvalları indirirler veya yüklerler. Çeşmelerden içme suyu akar, avucunu açarak kana kana içersin.
Elektrik “üzina” dediğimiz fabrikada, akşamdan akşama üretilir, sadece ana caddelere, hükümet binaları ve ticarethaneler aydınlatılıyordu. Radyo da elektriği olan restoran, lokanta ve meyhanelerde ajans dinleniyordu. Postanede müracaat eder saatlerce bağlanmamızı beklerdik. Kasabada iki fotoğraf stüdyosu vardı – süslenip püslenip maaile fotografçıya giderdik. Bir de sokak sokak dolaşan “şip-şak”çılar körüklü bir tripod, siyah örtü ve patlayan ışık kaynağı ile dış çekim yaparlardı.
Velhasıl benim doğduğum yıllarda hala Osmanlı ruhu yaşıyordu. Biz zaten hep kasaba dedik, velev ki çoktan şehir olmuştu – kasabadan geliyorum, kasabaya gidiyorum. Köy çocukları da, bizi kızdırmak için, “kasabalı, kasabalı, kaz kafalı” tekerlemesini yumruk yumruk üstüne vurarak haykırıyorlardı.
Kaynak: Recep Mesut
- Mehmet Ali Abakay Yazdı: Kitap Fuarı mı Çocuk Kitap Panayırı mı? - Kasım 25, 2024
- İstasyon Mahallesi’ne Ulaşım Artık Üst Geçitten - Kasım 21, 2024
- Mehmet Akkaşoğlu Yazdı: Allah’ın Güzel İsimlerinden El_Mütekebbir - Kasım 21, 2024