Rasim Duman Yazdı: Vakit Gaza Vaktidir, Hazır Ol Cenge!

Vakit Gaza Vaktidir, Hazır Ol Cenge!

Kısım kıdemlisinin “Dikkat !” komutuyla berâber, hepsi ayağa kalktı ; öğretmen yüzbaşı muntazam adımlarla geldi, önlerinde esas duruş gösterdi, vakur bir ses tonu ile “Merhaba arkadaşlar !” dedi, hep bir ağızdan ve gür bir sadâ ile “Sağol !” dediler. “Nasılsınız ?!” Yine aynı gür sadâ ile cevap verdiler : “Sağol !”

“Oturun arkadaşlar” dedi yüzbaşı, yerlerine oturdular.
Sesinde her zamankinden farklı bir şefkat tonu, hareketlerinde farklı bir vakar ve heybet, çehresinde yine her zamankinden farklı bir kararlılık ifâdesi ve sanki biraz da hüzün vardı. Gözleri ve gözbebekleri sanki biraz daha büyümüş ve güzelleşmiş gibiydi.

Kısım 30 kişiden müteşekkil idi ve kendisi de en ön sırada oturuyordu. Öğretmen yüzbaşı ile arasındaki mesâfe 2 metre bile yoktu. Bu sebeple, yuzbaşının yüzündeki ve gözlerindeki ifâdeyi daha iyi teşhis edebiliyordu ; evet bu gözler bugün daha bir “farklı” bakıyordu.. Bu bakışlardaki müşfik ve hüzünlü ifâdeyi tam olarak farketti.

Neler oluyordu..?

Yüzbaşı tek kelâm etmeden, hepsiyle göz temâsı kurdu.

Mûtâdın hâricinde birşeyler olduğunu anlamışlardı ; büyük bir dikkatle, onlar da hocalarının gözlerine bakıyorlar ve “söze girmesini” bekliyorlardi. Tekmil kısımda, tek “çıt” bile yoktu ; pürdikkat kesilmişlerdi.

Nihâyet hocaları söze başladı :

“Arkadaşlar, biliyorsunuz el’ân Suriye’de, Irak’ta, Libya’da ilân edilmemiş bir savaş hâlindeyiz..”

Kalp atışları bir anda hızlandı, vücûdunu büyük bir heyecânla birlikte ateş sardı, nabzı yükseldi.. İçinden “Allahım ne olur bu sözlerin sonu, dâvet olsun, müjde olsun !” diye geçirdi.

Yüzbaşı devam etti :”Azerbaycan her ne kadar Karabağ’ı istirdât etti ise de, Ermenistan ile aralarındaki savaş henüz resmen bitmiş değil. Aynı şekilde Mavi Vatanımız da tehdit altında. Somali ve Katar’ı kat’iyyen muhafaza etmemiz lâzım.. Sudan, Etiyopya, Nijer, Nijerya ve Mali’de, gözlerden uzak, büyük ve zorlu bir bilek güreşi var..”
Yüzbaşı burada biraz nefeslendi, tekrâr herkesin üzerinde göz gezdirdi ; devam etti :

“Devletimizin bekası, Milletimizin selâmeti bâhis mevzûudur şu anda.”

Kanı tutuşmuş, alevlenmişti.. Yüzbaşının sözü nereye getireceğini az-çok tâhmin etmeye başlamıştı. Çok büyük bir sevinç ve neş’e hissediyordu ; inşallah senelerdir hayâl ettiği şeye kavuşacaktı, inşallah cepheye dâvet edilecekti, inşallah gönüllü aranıyordu…

Gayr-ı ihtiyâri olarak yüksek sesle “İnşallah, inşallah, inşallah !” dedi…,

demesiyle birlikte, kendi sesini duydu..

Hocası ve bütün kısım hâyretle ona baktılar. Kıpkırmızı oldu, çok utanmıştı. Ayağa kalktı :

“Komutanım, sizden ve arkadaşlarımdan çok özür diliyorum. Ben o mânâda söylememiştim. Ben bu işin sonunda…” derken, boğazı düğümlendi, sesi kısıldı, konuşamadı, başını önüne eğdi, gözyaşları sırasının üzerine düşüyordu..

Yüzbaşının simâsındaki sert ifâde kayboldu, müşfik bir tavırla geldi, başını okşadı, göğsüne bastırdı, “Yiğidim, kalpten kalbe yol gider, sabırlı ol, sâkin ol, inşallah dilediğin şeye kavuşursun, şimdi otur, sözün sonunu bekle” dedi.

Oturdu.. Amma, gerçek niyetinin anlaşılmış olmasından dolayı da, büyük bir sevinç ve huzur hissetti.

Yüzbaşı devam etti :

“Arkadaşlar, biliyorsunuz Çanakkale’ye lise çağlarındaki gençlerimiz bile gönderilmişlerdi. Amma onlar çok eğitimsizdiler ; bu sebeple çok zâyiât vermiştik.”

Sözün sonunun nereye çıkacağı ayân-beyân belli olmuştu. Kısımda bir hareketlenme oldu ; herkes yanındakiyle kısık sesle birşeyler konuşuyordu. Hepsinin çehresinde bir aydınlık, bir neş’e, bir sevinç… ve artık “zapt’edilemeyen” bir heyecân…

Hele kendisi…

Kendisini, “gazâ kokusu almış, yerinde eşinen, şâha kalkan bir küheylan” gibi görüyordu. Yahya Kemâl’in o muhteşem AKINCI şiirindeki iki mısra, hatırına geldi :

“Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla,
Yerden, yedi kat Arş’a kanatlandık o hızla..

Cennet’te bugün gülleri açmış görürüz de,
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde !”

Yine kendi sesiyle uyandı, kendine geldi. Bu sefer farkında olmadan ayağa da kalkmış ve bu mısraları epeyce de yüksek sesle okumuştu.
Amma bu defâ kısımda hiç ses yoktu. Yüzbaşı da bu sefer daha derin bir takdir hissi ile bakıyordu ve bakışları da buğulanmış gibiydi.

Yine büyük bir mahcûbiyetle oturdu yerine. Amma, bir “dâvet”in yapılacağı belli olmuştu artık ; çok dikkatli ve “yay’dan çıkan ilk ok” olmalıydı..

Avantajlıydı, ilk sırada oturuyordu amma, işi şansa bırakamazdı ; vücûdunun yarısını dışarıya çıkardı ; adetâ 100 metre koşucuları gibi pozisyon aldı.

Yüzbaşı devam etti :

“Evet arkadaşlar, sizler kaç senedir çok güzel bir eğitim aldınız. Maşallah hepiniz her silâhı en mükemmel şekilde kullanıyorsunuz ve bedenen de, çelik yay’lar gibisiniz. Düşmanlarımızın en korkacakları bir seviyedesiniz ve en üstün tarafınız da Din-Devlet-Vatan-Millet-Ezan-Bayrak sevginiz ve şehâdete olan büyük heves ve iştiyâkınız..”

Tamam’dı, evet’ti, cepheye çağırılacaklardı, bu artık belli olmuştu.. Şimdi bütün mesele, “ilk gönüllü” pâyesini kazanmaktı ve inşallah buna da muvaffak olacaktı..

Yüzbaşının , “Arkadaşlar, üst komutanlıktan emir geldi ; gönüllüleri tesbit etmemiz isteniyor, ilk vâzife, onlara verilecek.” demesiyle berâber, ok gibi fırladı, komutanının yanına geldi. Aynı anda kısımda büyük bir gürültü koptu, sıralar devrildi, herkes adetâ birbirinin üzerinden atlayarak komutanlarının yanına geldi, etrâfını sardılar. Hatta kısa bir müddet “önce ben geldim !” tartışması yaşandi. Sonra tekrar herkes numara sırasına girdi. Amma o, ilk sıradaki yerini muhafaza etti. Numarası 1502 idi, yâni ikinci sıradaydı ; numarası 1501 olan arkadaşı, izdihâm sebebiyle biraz geç kalmıştı.

Yüzbaşı hepsinin tek tek alınlarından öptü, sarıldı, başlarını sıvazladı.
Fakat, onun içine âniden bir vesvese düştü ; hakikat mı idi, yoksa kendilerine bir “test” mi yapılmıştı..?

“Komutanım” dedi boğuk bir sesle, “birşey arzetmek istiyorum izin verirseniz..?

Yüzbaşı yanına geldi, elini şefkatle ve arkadaşça omuzuna koydu,

“Söyle yiğidim”..

“Komutanım, haddimi aştığım için çok özür diliyorum, bu bir test mi idi..? Hani, eğitim mâhiyetinde…?”

Yüzbaşı cevap verdi :

“Hayır civânlarım yiğitlerim, bu bir test değil, hakikatin ta kendisidir. Hepinizin bu mübârek dâvete, bilâ tereddüt icâbetinizden dolayı, çok büyük bir sürûr ve iftihâr hissettim. Demek ki, nesil değişse de fıtrat yine o fıtrat, bu kan yine o kan imiş. Rabbim hepinizden ebeden râzı olsun, muzâffer eylesin inşallah. Sizler bu mübârek Peygamber Ocağı’nın İlâyı Kelimetullah / Kızılelma askerlerisiniz. Sizler, fetih ve adâlet rûhunun askerlerisiniz. Gazânız mübarek olsun inşallah.”

Hepsi sırayla komutanlarının mübârek ellerini öptüler, tekrar sıralarına geçip oturdular.

Yüzbaşı ona döndü : “En fazla da sen sevinç ve heyecân gösterdin. Sebebi ne idi..?”

Ayağa kalktı, derin bir nefes aldı, cevap verdi :

“Komutanım, şehid olmak, benim çocukluk hayâlimdi ; bugüne kadar içimde ateş oldu yandı ve yaktı beni, karasevdam oldu. Sizin bu tebliğiniz, bana en büyük müjde ve bir mürüvvet oldu. Rabbime sonsuz hamd ve şukürler olsun ki, bana gazâ meydanlarını nasip edecek. Bizim ceddimizin hem gazilerinin hem şehidlerinin bedenlerinde nice ok, kılıç, mızrak, fişek, şarapnel yarası vardı. Ben, tek bir sıyrık bile almadan, rahat döşeğimde ölmekten çok korkuyordum. Âhirette onların yüzlerine nasıl bakacaktım? Çok mahcûp olurdum. Sizin verdiğiniz bu kutlu haber, benim için en büyük müjde oldu. Bundan dolayı çok sevindim. O kadar ki, şu dünyanın bütün servetleri, benim bu müjde için döktüğüm gözyaşlarımın bir damlasına bile değmez.

Elhâmdülillah, Elhâmdülillah, Elhâmdülillah…”

Göğsü, körük gibi kalkıp iniyordu ; ne kadar uğraştı ise de, mâni olamadı ; hisleri cûş-u hûrûşa gelmişti… Nihâyet nehir taştı, bend’ini aştı, çağıl çağıl akmaya başladı…!

Ağladı, ağladı, ağladı…

Bir ân sanki dünya ile irtibâtının kesildiğini hissetti ; mâverâdan kılıç şakırtıları, at kişnemeleri, Allah Allah nidâları geliyordu…

Dünyâya vedâ ettik, atıldık doludizgin ;
En son koşumuzdur bu ! Asırlarca bilinsin !

Bir bir açılırken göğe, son def’â yarıştık ;
Allah’a giden yolda meleklerle karıştık.

Geçtik hepimiz dört nala Cennet kapısından ;
Gördük ebedî cedleri bir ânda yakından !

Bir bâhçedeyiz şimdi şehitlerle berâber ;
Bizler gibi can vermiş yiğitlerle berâber.

Lâkin, kalacak doğduğumuz toprağa bizden,
Şimşek gibi bir hâtıra, nal seslerimizden !
………………….

Kendisine geldiğinde hâlâ hıçkıra hıçkıra ağlıyordu…

Sanki bir zaman makinesi ile 42 sene öncesine yolculuk yapmış, gerçekleşmesini en çok arzu ettiği şeyin, hayâlini kurmuştu..

Ahhhh, Hayâller, hayâller, hayâller….
…………………..

Bugün 61 yaşındayım ; amma o “ateş” hiç sönmedi, hiç küllenmedi ; yanmaya ve “yakmaya” devam ediyor…

Ne dersiniz muhterem büyüklerim, bu yaştan sonra artık “işe yaramaz” mıyız…? “Yük” mü oluruz yoksa..?

Peki 80 küsûr yaşındaki Eyyûb el Ensârî’nin ( r.a.), İstanbul surları önünde ne işi vardı acep ? Üstelik te binlerce kilometrelik yolu, aylarca piyâde ( yaya ) yürümüştü.. Ne idi, hângi “motivasyon” idi, o “pir-i fâni”ye, o yaşta o kadar zâhmetleri çekmeyi göze aldıran, acaba…?

Elhâmdülillah elimiz silâh tutuyor, gözlerimiz görüyor, bileğimizin pazumuzun bedenimizin sağlığı ve kuvveti yerinde. Hiçbirşey yapamasam bile, bir sâbit kule’de nöbetçilik ( çakılı savunma ) yaparım, kamyon sürerim, mayınlı ve tuzaklanmış bölgelerde “öncü” olurum, tuzaklanmış mağaralara ve binalara ilk ben girerim..

Asker kardeşlerime Yahyâ Kemâl’den, Mehmet Akif’ten şiirler okurum.

Malazgirt’ten, Miryakefalon’dan, Kosova’dan, Varna’dan, Niğbolu’dan, Çaldıran’dan, Mercidabık’tan, Ridâniye’den, Mohaç’tan, Belgrat’tan, Revân’dan, Preveze’den, Haçova’dan, Kanije’den, Akka’dan, Plevne’den, Şumnu’dan, İşkodra’dan, Edirne’den, Çanakkale’den, Galiçya’dan, Kut’ul Amâre’den…

Ahhh en çok ta “Feth-i mübîn”den ( İstanbul’un Fethi ) bahsederim..

Reisim / Başkomutanım,

Ne zamandır o “kutlu davet”…?
……………………

Selâm ve dua ile kıymetli dostlarım.

Kaynak: Rasim Duman
Emekli J.Ord.Astsubay.
04 Ocak 2021 – Kayseri / Pınarbaşı.

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.