Prof. Dr. Rıdvan Canım Yazdı: Diş Kirası ve Eski İftarlar

DİŞ KİRASI ve ESKİ İFTARLAR

Efendim, ev kirasından bezdik, şimdi bir de “diş kirası” mı çıktı, demeyin. Bu kira başka bir kira.. Bu, kiraların en güzeli aslında.. Önceleri sahip olduğumuz, şimdilerde adını bile unuttuğumuz güzelliklerden birisi.. Nedir sahi diş kirası?
Her geçen gün içinde yaşadığımız toplumdan elini eteğini çeken güzelliklerden, inceliklerden birisi, diş kirası.. Eskiden ramazanlarda iftara gelen misafirlere verilen hediyelere “diş kirası” denirmiş.. O kadar büyük bir incelik ki.. Yani ev sahibi bununla şunu demek istiyor : Siz bizim evimize iftara gelip soframızı şenlendirdiniz, şereflendirdiniz, evimize bereket getirdiniz.. Bizim sofralarımızdan bir şey eksiltmediğiniz gibi, yediklerinizle dişlerinizi aşındırdınız.. Hakkınızı helâl ediniz ve lütfen şu hediyelerimizi de “diş kirası” olarak kabul ediniz.. Bugün artık gelenek ve göreneklerimiz arasında kaybolup giden bu asil davranışı, zengin Osmanlı toplumunun neredeyse her döneminde bir hediyeleşme yahut yardımlaşma kurumu olarak görmek mümkündü..
Kuşkusuz İslâm medeniyetinde ramazan ayının manevî dünyası içinde fakir-fukaraya yardım da önemli bir yer tutar. Diş kirası, yerine göre bir sadaka idi. Ancak bu sadaka verişte öyle bir nezaket ve öyle bir incelik vardı ki, sadakayı alan kişi asla eziklik duymaz, zenginler karşısında utanacak bir konuma düşmezdi. Diş kirasında olumlu iki taraf vardı. İftarı veren kişi sevab kazanır, iftara katılan kişi sevaba vesile olduğu için hediyesini alırdı. Tabii iftarı veren saraya, konağa, evlere göre diş kirasının değeri de çeşitli boyutlar kazanırdı. İftara gelenlerin sosyal konumları da göz önüne alınarak diş kirası bazen bir mercan tesbih, bazen bir tütün çubuğu ya da birkaç sarı lira olabilirdi. Ancak daha önemlisi, “hân-ı yağma” adı verilen “yağma sofrası” idi ki, o da iftar sofrasındaki herkesin yemek yediği çatal ve kaşıkların, bıçak, ve tabakların, tepsilerin, maşrapaların kapanın elinde kalmasıydı. Ev sahibinin rızasıyla gerçekleşen bu yağmada tabii ki sözü edilen eşyalar şimdiki gibi naylon ya da alüminyum değil, bakır, gümüş, hatta bazen da altındı. İşte bütün bu değerli şeyler doğal olarak “diş kirası”nın önemini de kat kat arttırırdı.
Sözlerimizi bir ramazan fıkrasıyla bitirelim.. Son devrin meşhur şairlerinden Keçecizâde İzzet Molla aynı zamanda çok şakacı biri imiş.. Çevresinde oldukça kilolu cüssesiyle tanınmış bulunan Molla, bir akşam dostlarından biri tarafından iftar yemeğine davet edilmiş.. O zamanlar âdet, akşam namazı kılındıktan sonra iftar sofrasına oturmaktır. Neyse, iftar topu atılmış, oruçlar zemzemle açılıp namaza durulmuş.. O sırada yeni gelen bir misafir soluk soluğa kapıdan girip içerdekilerin namaza başladıklarını görünce çorapları çıkarıp kolları sıvamış.. Hemen ibrik leğen gelmiş, abdest alacak. Öte yandan akşam namazı kısa. İmam da biraz aceleci. Hem hızlı okuyor, hem de rükû ve secdeleri kısa tutuyor. Tabii Molla kilolu olduğu için imama ayak uydurmakta zorlanıyor. Bu arada abdest alacak zât da ibrikçiye sesleniyor :
– Evlâdım, biraz acele et. Abdestimizi alıp imama yetişelim.
Olanları namazda yan gözle izleyen Molla, bu söz üzerine dayanamayıp namazın içinden adamın duyacağı şekilde mırıldanır :
– “Efendi, hiç acele etme! Biz bu imama namazın içindeyken yetişemiyoruz, sen dışarıdan nasıl yetişeceksin?!” der.
Efendim Ramazanınız mübarek, oruçlarınız makbul olsun. İftar sofralarınız misafirsiz kalmasın. Yüreklerinizden merhamet, evlerinizden rahmet ve bereket eksik olmasın..

Kaynak: Rıdvan Canım

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.