Ali KOÇ YAZDI: TÜRK DÖNMELER KİMLERDİR, ZİHNİYETLERİ NEDİR?

Onlar bu memleket nüfusunun, bilemediniz yüzde bir buçuğunu teşkil ederler. Tesir ve ağırlık bakımından ise yüzde doksan dokuzdan kat kat fazla ağırlıkları vardır. Medyaya hâkimdirler, köşebaşlarını ele geçirmişlerdir, her yere sızmışlar ve kadrolaşmışlardır.
Demokrasi derler, demokrasiye zıt ve ters ne varsa hepsini yaparlar.
Egemenlik ulusundur derler ama aslında “Egemenlik bizimdir” zihniyetiyle hareket ederler.
Evrensel insan hak ve hürriyetleri derler, bunları “yerliler” çoğunluk için geçerli saymazlar.
Felsefeleri şudur: Millet câhildir, onu tek başına bırakırsanız uygarlık dışı yollara sapar, ülke karanlıklar içinde kalır. Rüşdünü isbat edinceye (çıkmaz ayın son çarşambasına) kadar onu bizim gütmemiz, yönlendirmemiz gerekir zihniyetine sahiptirler.
Eskiden Avrupa’da Senyörler, Derebeyleri, Aristokratlar varmış. Babadan kalan topraklarındaki halk da onların malıymış. Bizimkiler bu ülkeyi ve halkını babalarından, dedelerinden, atalarından kalma bir mal olarak görürler.
Eşitlik elbette kutsal bir değerdir ama onlar DAHA EŞİTTİR.
Halkın elbette din ve inanç hürriyeti vardır derler, lakin bu hürriyete kendi kafalarına, kendi isteklerine, kendi menfaatlerine göre keyfî sınırlar çizerler.
Bir Japon kadını veya erkeği, kendi millî ve geleneksel kıyafetleri olan kimonoya bürünebilir ama bir Türk millî kıyafetle gezemez. Çünkü onlar böyle bir şeyi istemez, buna izin vermez.
Bir Japon veya bir İngiliz bundan yüzlerce yıl önce yaşamış ve ölmüş dedelerinin mezar taşlarındaki yazıları okuyabilir ama Müslüman bir Türk okuyamaz. Çünkü onlar böyle bir şeyi uygun görmezler ve buna izin vermezler.
Her ülkede millî bir mimarlık ve şehircilik vardır. Bizde yoktur. Evlerimizi, işyerlerimizi, şehirlerimizi, yerleşim bölgelerimizi kendi millî sanatımıza göre yapamayız. Çünkü onlar bundan hoşlanmazlar, bunu uygun görmezler.
Dünyanın bütün medenî ülkelerinin üniversitelerinde ve yüksek okullarında okuyan Müslüman kızlar, arzu ederlerse başlarını örterek derslere girebilirler ve diploma alabilirler. Anayasalarında lâiklik yazan Fransa’da ve Portekiz’de de durum böyledir. Ancak, bizimkiler böyle bir şeye izin vermezler, bunu laikliğe aykırı görürler, gericilik sayarlar. Üniversitede başörtüsü laik Fransa’da lâikliğe aykırı olmuyor da Türkiye’de nasıl oluyor? Bu soruya hiçbir mantıkî cevap veremezler, iddialarını gerekçeli bir şekilde isbat edemezler.
Onlar rant yemeyi çok severler. Millî gelirin yüzde 60’ını iki milyonluk mutlu bir azınlık yerken, yetmiş milyon halkın payına sadece yüzde 40’ı düşer ve tabiî ki, bu miktar halka yetişmez, haksızlık olur, adaletsizlik olur, sefalet olur, rezalet olur.
Eski Roma’da yılda 110 gün bayram, eğlence, festival varmış. Bir ara başkentte halka buğday ve şarap bedava dağıtılmış. Bizde de onlar, TV yoluyla yılda 365 gün bayram yapıyorlar, halkı sersemletip düşünmesine fırsat vermiyorlar.
Onlar Türkleri iki kategoriye ayırırlar. Beyaz Türkler, Gri (yani onlardan olmayan) Türkler.
Beyaz Türklerin fabrika yapmaları, holding kurmaları, memleketin iktisat, ticaret, finans, ithalat ihracat hayatına hâkim olmaları çok normaldir ama BeyazOlmayan Türkler (BOT) fabrika ve holding kurarlarsa böyle bir şeyi asla içlerine sindiremezler ve “Yeşil Sermaye!” diye bağırmaya başlarlar.
Bir ülkedeki çeşitliliklerin toplumsal barış, millî mutabakat içinde barış içinde yaşamaları gerekir ama onlar kendi saltanat ve hakimiyetlerini idame ettirmek (sürdürmek) için Türklerle Kürtleri, Sünnîlerle Alevîleri, dindarlarla çağdaşları, sağcılarla solcuları, milliyetçilerle kozmopolitleri, şucularla bucuları birbirine düşman ederler; memlekette kamplaşma, çatışma, iç gerginlik meydana getirirler. Önemli olan iç barış değil, onların saltanatıdır.
Fikir, tenkit, görüş hürriyeti kutsaldır. Ancak bu konuda eşitliğe riayet etmezler. Kendilerinden biri, düşüncelerinden dolayı baskıya uğrarsa yüksek sesle protesto ederler. Çoğunluğu teşkil eden Müslümanlardan biri düşünce, görüş, inanç ve tenkitlerinden dolayı baskıya uğrarsa, oralı bile olmazlar, ne ilgi gösterirler, ne protesto ederler.
Vatanseverlik şarkılarını avaz avaz yüksek sesle terennüm ederler ama vatanseverliğe yakışmayan ne varsa yapmakta tereddüt etmezler.
Soruyorum:
– Bu memleketi uzun yıllar boyunca yüksek ve müzmin enflasyonla çürütenler kimlerdir?
– Bankaları soyup, faturasını devlete ve millete çıkartanlar kimlerdir?
– Türkiye’yi, altından kalkamayacağı yüz milyarlarca dolarlık iç ve dış borca sokanlar kimlerdir?
– Güneydoğu’daki planlı ve programlı gerilla savaşının ve terörün gölgesinde uyuşturucu ve silâh kaçakçılığı yapanlar kimlerdir?
– Merhum Turgut Özal zamanında müsamaha edilen (tolerans gösterilen) başörtüsünü kesin ve merhametsiz bir şekilde yasaklayanlar kimlerdir?
– Annesi çarşaflı diye hastahanede çocuğuna bakmayanlar, onu tedavi etmeyenler kimlerdir?
– Kendi ideolojilerini devletin, milletin, vatanın, hukukun, Millet Meclisinin, millî iradenin, millî kimliğin üzerinde görenler kimlerdir?
– Kalkınmaya bizden çok geç başladığı halde iktisatta, sanayide, ticarette bir dev olan Güney Kore’ye nisbetle şu koskoca Türkiye’yi, bunca imkân ve potansiyele rağmen geri bırakanlar, bir aralar yetmiş sente muhtaç müflis hale getirenler kimlerdir?
– Güney Kore otomobillerinin yüz binlercesi Türkiye yollarında cirit atarken, Kore’de bir tek Türk yapımı otomobil bulunmamasına sebebiyet verenler kimlerdir?
– Nice küçük ülke Nobel ve benzeri uluslararası ödüller kazanırken, Türkiye’nin yüz yıl boyunca bir tek Nobel bile kazanamayacak derecede kısırlaşmasına yol açanlar kimlerdir?
– Ülkemizde hüküm süren şu korkunç kokuşmayı Müslüman Türk halkı mı meydana getirmiştir, yoksa kendilerini efendi olarak görenler mi?
– Birtakım Beyaz Türkler hem Atatürk aşkıyla, hem de Atatürk düşmanı Nazım Hikmet aşkıyla yanıp tutuşuyorlar. Bir gönülde bu iki aşk birden nasıl birlikte olabilir, bize açıklayabilirler mi?

Yakın tarihimizde Selçuklular, Beylikler, Osmanlılar zamanından kalma on binden fazla camiyi, medreseyi, taşmektebi, imareti, vakıf binasını yerle bir edenler, satıp savanlar kimlerdir? (Mübalağa etmiyorum, sadece İst. Eminönü ilçesinden 120 küsur cami yok edilmiştir.) Yaşı müsait olanlar Karaköy’deki o güzelim Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii’nin hiç lüzumu olmadığı halde (yeri boş duruyor) nasıl yıkıldığını hatırlayacaklardır. Yine yakın tarihimizde yüzlerce tarihî İslâm kabristanı düzlenmiş, yok edilmiştir. Sadece Üsküdar’daki Bülbülderesi Dönmeler mezarlığına dokunulmamıştır.

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.