Mehmet Ali Abakay Yazdı: Riyakârlık ve Karakoç’un Vefatı

Sezai Karakoç’un vefatı sonrası yerel ve ulusal gazetelerde yer alan haberleri ve yazıları, ulaşılabilirlik düzeyinde dosyaladık, kendimizce.

Günü birlik bu haberlerle yazılar dışında sanal ortamda paylaşılan kimi sitelerle şahsî yazılardan da faydalandık.

Yaşarken gün yüzü gösterilmeyen, rahat etmesi düşünülmemiş, destek görmemiş bir insanın vefatı sonrası kaleme alınan birçok yazıda kişinin ennesinin ön plânda olduğunu gördük, dosyayı, kupürleri elden geçirirken.

Hakkında kaleme alınan birçok kitabı temin etmiş, dergilerin özel sayılarını edinmiş biri olarak, kendimizce birkaç makale de kaleme almıştık, yaşarken.

Diriliş konusunda eserlerinden iktibaslarla makale devşirenlerin vefatı öncesinde kalemlerini oynatmadıklarını biliyoruz.

Vefatıyla arz-ı endam edenlerin kimisi, neler anlatmış da habersizmişiz, bu sevdalarından.

Bildiğimiz üzere zor zamanlarında yanında olmayanın kıymeti fazla olmaz, insanın nazarında. Hele ki sıkıntılar içinde olacaksın, bir beklentin olmayacak, sadece fikir hareketi içinde bulunacaksın, insan yetiştireceksin, Diriliş Düşuncesi’nden tavizkâr olmayacaksın, doğrularını budamayacaksın, etrafında öğrencilerinle var olduğunu her dem ifade edeceksin ve vefatında birkaç kitabını okuyan birileri gözyaşları sele dönmüş biçimde sulu satırlarda feryad û figan içinde yaralı bir yüreğin canhıraşlığını dile getirecek…

Yaşarken neredeydi, sevdiğini dile getirenlerin kimisi?

Orada, yanında bulunduğuna dair bir tanıklık eden olur mu, şahidin var mı?

Diriliş varken şiirleri eciş-bücüş tarzda ele alıp, sayfalarca tahlile gerek var mı? Nesirleri, şiirinin tahlili değil midir?

O, bir fikir adamı olarak sade yaşadı, hiç bir farklılık görmedi insanıyla arasında.

Halkın içine karıştı, özel araçlara binmedi, yanında kalabalıkla dolaşmadı.

Kaç kere çaldınız da kapısını açılmadı?

Kaç kere telefon açtınız da konuşmadı?

Sohbetlerine katıldınız mı, bir kere?

İşiniz ve gücünüz gençlikte kaleme alınan bir şiire takıntınız…

O gençlik şiirinde geleceğin işaretleri vardır da bilmezsiniz…

Mensubu olduğu medeniyet vardır, anlayamazsınız…

Telmîh, teşbih, imgelem- simgelem der, durursunuz…

Kendinizce üzerinize vazife olmayan bir görevden zoraki bir sorumluluk payesini çıkartır, isminizi unvanınızla birlikte yazınıza derc edersiniz.

İleride yazılacak biyografi kitaplarındaki makaleler arasında isminiz olacak.

Belki kendinizi bazıları gibi ” TAHA” olarak görürsünüz.

Ashab-ı Kehf’i anlatan Merhûm Zarifoğlu, vefatı sonrası neler çekti, sizden.

Bu Yedi Adam içine cebren ve hile ile Karakoç’u katmadılar mı, yasarken televizyon dizisine.

Sordunuz mu, yaşarken şahsına?

Yahu, nerede doğduğunu bilmeden ” Maraşlı” diyeniniz var, kendince.

Sadece üç sene Maraş’ta orta okulu yatılı okumasından sonra Maraş’a dair hatıraları var.

Hatıralarını okumadan kaleme aldığınız uzaktan görmüşlüğünün bir kadr û kıymeti var mıdır, benim gibi.

Yanında bulunmadıysanız yazdığınızın kıymeti nedir?

Kalkıp Diriliş’i şiirin bilmem kaçıncı yenisinin fildişi kulesinde boğdurmanın manası nedir?

Kapalı Çarşı Şiiri’ni neden yazdığını bilmezsin.

Diriliş’i keşke kıştan sonra gelen bahar olarak bilseydin…

Kalkıp yabancı kalemlerle kendisini tanıtmasaydın…

Küllüğü, izmarit tabağı bilen sen, Çınaraltı’yı da bilemezsin.

Ne fayda?

O’nu bir şair olarak bilenlerden kendisini öğrenmen, ısrarla yazdıklarından uzak durman ve kaleme sarılman bir çelişki değil midir, kördüğümü gibi Gordion’un?

Sen, günlerce aç kalmış bir insanın hâlinden anlamaktan uzaksın, ” Kaç aç varsa hepsi ben” diyene yakın değilsin.

Ekonomi Doktrini yerine geçen kitabını okudun mu?

Arkadaşı Üvercinka Şairi, ismini belki hatırlamazsın, birkaç paragraf yazmıştır ki bilgin bununla sınırlı…

Sen, yazdıklarınla tezad haldesin…

Mezarı başında fotoğraf da çekersin, eminim bundan.

Nihayetinde bin uçağa Mardin’den, İstanbul iki saat tutmaz.

Adana’dan daha az mesafe.

Ankara, daha yaķin.

Yazılanlara bakarken, satır aralarında tanışmadığından pişmanlık duyan var.

Fotoğraf çekmediğine üzülen az değil.

Şimdi yeri ve zamanı değil, sana nasihatin, öğüdün.

Oturup şiir yaz, kendince.

Yazdığın ne varsa kendin oku.

Bana unvanın ve akademik kariyerinin gerekmiyor, kendini tanıtırken.

Bak, biz kendi halimizde insanlarız.

Malda, mülkte gözümüz yok.

Malın da mülkün de yalan olduğunu bilmekteyiz.

Sen var git, yoluna.

Diriliş’i anlatmak sana düşmüşse ört ki ölem!..

Daha çok yazmak isterdim de sizden beş-on kaleme ulaşır mı, paylaşım ya da yazı?

Bilmiyorum, açıkçası.

Biz, hemşehrisi olarak kendisini yakından tanırız.

Bilmen lazım, kendisi İstanbul doğumlu değil.

Diyarbekir doğumlu.

Adı resmîyette “Mehmet Sezai Karakoç” değil, Ahmed Sezai Karakoç ismini taşır.

Bilirim, “Mehmed” ismi güzeldir de “Ahmed” adı da aynı kökten gelir, Mahmud gibi. Üçü de hamd eden manasında.

Bilmeni istedim, sadece.

Utanmayasın, bir yerde konuşurken.

Hemşehrisiyiz, ondandır endişem…

Kaynak: Mehmet Ali Abakay

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.