Lâ Edrî Yazdı: “İyiliğin Yolundan Yürüyün ki, Çocuklarınız Sizin Ayak İzlerinizi Takip Eder..!”
“İyiliğin Yolundan Yürüyün ki, Çocuklarınız Sizin Ayak İzlerinizi Takip Eder..!”
Oğlunu okula gönderdikten sonra, büroya gitmek için hazırlanmaya başlamıştı ki, aynanın karşısında kravatını takarken öksürmeye başladı.
Kendini iyi hissetmiyordu.
Aynadaki solgun yüzüne baktı ve „Galiba hasta oldum…Dün akşamdan beri üşümemden belliydi…Titremekten, gece de doğru düzgün uyuyamadım. Sanırım, en iyisi bugün evde kalmak.“ diye kendi kendine söylendi. Ardından da, kıyafetlerini çıkarıp, pijamalarını giydi ve büroyu arayıp bugün çalışamayacağını haber verdi
Eşi iki gündür, toplantıları yüzünden şehir dışında olduğundan, oğluyla baş başa kalmışlardı. Her şey yolunda gidiyordu ve oğlu da hiç sorun çıkarmıyordu.
Ah! Bir de şu hastalık olmayaydı…
Yatak odasından battaniye alıp, oturma odasındaki koltuğa uzandı. Başı dönüyordu ve ateşi vardı. Kalkıp çay çorba bir şeyler yapmak istedi ama kolunu kıpırdatacak hali yoktu. Öğlene kadar uyudu, uyandı, kalkmak istedi, yerinden kalkamadı, tekrar uyudu, tekrar uyandı. Derken saatler geçti ve kapı açıldı. Gelen oğluydu.
Çocuk odaya girdiğinde, babasının işe gitmediğini ve koltukta uzandığını gördü ve çok şaşırdı. Babası durumu anlatınca, çok üzüldü.
Hemen okul çantasını bir köşeye attı.
Önce ufacık avucunu babasının alnına koydu. Evet, babasının ateşi vardı. „Ben birazdan geliyorum baba.“ deyip, babasının bir şey demesini beklemeden, koşarak mutfağa gitti.
Baba çocuğun bu hareketine anlam veremese de, beklemeye başladı ama o kadar bitkindi ki, beklerken uyuyakaldı.
Uyandığında, yanıbaşında, gülümseyerek ona bakan oğlunu gördü. Babasının elini tutmuş uyanmasını beklemişti.
„Off…Uyuyakalmışım…” dedi baba.
„Olsun.“ dedi çocuk.
Tekrar avucuyla babasının ateşine baktı ve parmağıyla koltuğun yanındaki sehpayı işaret etti.
„Sana çorba yaptım baba. Kalkabilir misin? Birazcık olsun içsen, çok iyi gelir.“
Baba başını çevirip, şaşkınıkla sehpaya baktı.
Sehpanın üstündeki tepsinin içinde bir kâse çorba, çorbanın yanında da limon ve nane çayı vardı.
Oğlunun bu davranışı babayı duygulandırdı. Çocuğunun onu sahiplenmesi, onun için kaygılanıp çorba yapması ve yanıbaşına oturup onunla ilgilenmesi çok hoşuna gitmişti.
Uzandığı yerden doğruldu ve oğlunun yanağını okşadı.
„Ah oğlum” dedi. “Ben ilk defa böyle yatak döşek hasta oluyorum ve ben, seninle daha önce böyle şeyleri konuşmadığım halde, düşünceli davranıp, benim için çorbalar çaylar hazırlamışsın. Oysa, ben hep annene, bu zamane çocuklarından bize hayır gelmez derdim. Aferin sana güzel oğlum, sana öğretememiş olsam da, sen kendi kendine öğrenmişsin. Seninle gurur duyuyorum.“
Çocuk en afacan haliyle babasına baktı. ve „Yanılıyorsun baba“ dedi „Ben bu yaptığımı senden öğrendim.“
Oğlunun ne demek istediğini anlamamıştı.
„Nasıl yani?“ diye sordu.
Çocuk tepsinin içindeki kâse ile kaşığı aldı ve önce babasına bir kaşık çorba içirdi, sonra da dikkatlice ağzını sildi.
„Şöyle ki baba….” dedi. “Hani bir keresinde, köyden dedem gelmişti ya…Bir süre bizim evde kalmıştı…İşte o zaman, dedem çok hasta olmuştu…Hatırladın mı?”
“Evet oğlum, unutur muyum hiç. Bizi ne kadar korkutmuştu.”
„Evet. İşte, hasta olduğunda, dedem de bu senin yattığın koltukta günlerce yatmıştı ve sen bir hafta işe gitmeden, onun başında durmuştun. Daha küçüktüm ama yine böyle okula gidip geliyordum. Belki sen, olup bitenleri görmüyor, görsem de anlamıyorum sanıyordun ama ben şuradaki masada dersimi yaparken, hep sana bakıyordum baba. Dedem biran önce iyileşsin diye, nasıl da çırpınıyordun. İlaçlarını veriyordun, yemeğini yediiriyordun. Banyosunu yaptırıp, terlediğinde pijamalarını değiştiriyordun. Annem sana yardım etse de, sen yine de kimseye iş bırakmamaya çalışıyordun…Ben bu dedem için yaptıklarının hepsini gördüm baba ve şimdi ben, sen o zaman dedem için yaptıysan, ben de aynısını senin için yapıyorum… Yani, ben seni taklit ediyorum…Eh…edebildiğim kadarıyla…“
Baba hayranlıkla oğlunu dinlerken, gözleri doldu.
Oğlu haklıydı.
Babası ölmeden önce, son günlerini, bu evde, onların yanında geçirmişti ve o babasının hastalığında hiç yanından ayrılmamış, elinden geleni, seve seve yapmıştı.
O günleri hatırladı ve „Bir değil, bin kere de olsaydı, ben yine babam için aynı şeyi yapardım.“ diye iç geçirdi.
Baba ile oğlu birbirilerine sarıldılar.
Akşam oldu.
Çocuk babasına iyi geceler dileyip yatağına gitti.
Adam Sehpanın üstünde duran kitapların arasından bir kitap aldı ve öylesine, bir sayfa açıp ilk cümlesini okudu.
„Siz istediğiniz kadar konuşun, kızın ya da akıl verin. Bunların hiçbir önemi yok. Çünkü çocuklarınız sizin ayak izlerinizi takip eder. yürüyün ki, çocuklarınız da arkanızdan gelsin.”
***
Bilmem Anlatabildim mi🤔
Sevgiyle…
Kaynak:Lâ Edrî
- Mehmet Ali Abakay Yazdı: Kitap Fuarı mı Çocuk Kitap Panayırı mı? - Kasım 25, 2024
- İstasyon Mahallesi’ne Ulaşım Artık Üst Geçitten - Kasım 21, 2024
- Mehmet Akkaşoğlu Yazdı: Allah’ın Güzel İsimlerinden El_Mütekebbir - Kasım 21, 2024