İdris Günaydın Yazdı: Karadere’nin Cinleri
Karadere’nin Cinleri
Çocuktum.
1972 veya 1973 yılları… Rahmetli annem İstanbul’da apandisitten ameliyata gitti. Ben uzak bir fındık bahçemizin yabani otlarını, dikenlerini söküyorum.
Bahçemin tam karşı tarafına düşen bir yerde köyün okulu var. Komşu köyden Araba Yolu okulun yanına kadar geliyor. Haftada bir gün de Joo Hasan kamyonuyla köyümüze yolcu getiriyor. Başka; elektrik yok, telefon yok, evlerden akan su yok. Köyün geri kalan yerinde araba yolu yok. Köyden hiç kimsenin arabası yok.
Arabadan inenlerden biri de rahmetli annem. Uzaktan tanıdım. İşi bırakıp onu karşılamaya gittim. Ellerinde biber, patlıcan, domates… Poşet yok o tarihlerde. Fileye doldurmuş. Bir de o zamanlar meşhur olan ve Ecevit Yünü diye ünlenen esmer bir yün. Büyükçe bir çuvala doldurmuş. Zavallı annem; ondan yatak sırıyacak. On nüfuslu bir evin karısı. Kolay değil yedi tane çocuğu yönlendirmek.
Anneme; çuvalı ben getiririm dedim ve onu gönderdim. Çocukluk ya; okulun yanlarında karanlık çökene kadar oynadım ve karanlığın çökmesiyle çuvalı yüklendim. Gideceğim yolun en az üç kilometre olduğunu düşünelim. Bu yolda sadece bir yerde bir evin biraz yakınından geçiyorum.
Işık yok. Gece karanlığında göz keskinliği ile.
Bir süre sonra orman başlıyor. Neredeyse yolun iki kilometresi orman. Fakat korku yok. Çocuğuz. Hep böyle büyüdük.
Yalnız bir yer var? Oradan geçmekten korkuyorum. Ormanın eteğinden geçmekte olan bir derecik var. Adı: Karadere.
Karadere’yi gizemli kılan iki konu var. Biri büyük ve ıssız bir ormanın içinde bulunması. Diğeri bu dereyle ilgili çok hikâyelerin anlatılması. Karadere sanki çocuklar ve gençler için bir cesaret test platformu. “Karadere’de cinler düğün yapıyormuş. Karadere’de cinler cenaze kaldırıyormuş. Karadere’de cinler insanları yakalayıp çiğ çiğ yiyormuş.” Daha neler. Nasıl olsa gören yok. Sadece anlatanın bildiği veya uydurduğu masallar.
Çocuğum ya; Karadere’den geçmeye korkuyorum. Karadere’ye indim. Oradan sağ selamet geçtim. Dereden geçince bir yokuş yukarı yol var. Orayı çıktım. Yolum düze döndü. Bir süre gittim ama hâlâ Karadere’nin etkisindeyim. Derken “haşşşırt” diye bir ses duydum. Eyvah. Bu mutlaka cinlerden olmalı. Arkadan takip ediyor. Durdum. Nasıl olsa mutlaka beni yakalar. Cinlerden bir cin ama bana ne yapacak diye bekliyorum. Ya arkadan çekecek ya önden vuracak. Kan ter içindeyim. Bir şey yapmıyor. Allah Allah. Nasıl cin bu?
Derken bir ses duydum. “Lıkır, lıkır!”
Karadere’nin yukarılarından iki ev su almış, kapıya kadar getirmiştik. Suyu kapıdaki su çeşmesinden eve götürüyorduk. İşte o suyun borusu yol boyu gittiğinden yürüdüğüm yolun kenarından geçiyordu. Tam durduğum yer ise taşlık olduğundan orayı eşememişler ve toprağın üzerinden boruyu toprağa gömmemişler.
O zamanlar her evde en az beş tane inek var. İnekler yaz günlerinde akşamları, kış günlerinde sabahları bahçeye sürülür. Bir inek oradan geçerken boruya basmış ve boruyu zedelemiş. Su akarken zaman zaman hava yapıyor ve dışarı püskürtüyor. Aradan bir süre geçince de tekrar çeşmeye akmaya başlıyor. Meğer benim tam hizasına geldiğimde suyu püskürtme yani hava alma vaktiymiş. Ses o sesmiş. Cin hikâyesi bir efsaneden ibaretmiş.
Bu hikâyeyi neden anlattım? Piyasada egemen olan bir fakirlik edebiyatı var.
Karadere’deki Cin Efsanesi gibi.
Eğer o kadar fakir var ise veya halk gerçekten pazara çıkamıyorsa bana isimlerini versinler. Ben onları araştıracağım. Eğer devletten aldıkları maaşları yok ise veya kocaları çalışamayacak durumdaysa ve gelir getirecek hiçbir şeyleri yoksa veya oğulları veya kızları çalışmıyorsa, çalışma çağında değilse ihtiyacı olan ne ise karşılayacağım.
Dediğim gibi bir yerden asla geliri olmadığı gibi geliri olabilecek bir pozisyonu da olmayacak.
Evet, ulusal bir gazeteden yazıyorum: Ben hükumet değilim ama bana telefonunu, TC Kimlik bilgilerini yazın. Onu araştıracağım. Eğer Bağ-Kurlu veya SGK’lı olup da kazandıklarını zamanında yemiş içmiş, geleceğini düşünmemiş şimdi emekli de olamamış züğürdün biriyse karışmam.
Gerçekten hiçbir sosyal güvencesi olmayan, devletten yardım görmeyen, çalışamayacak durumda düşkün olan, kocası çalışır durumda olmayan, bağı bahçesi olup ekilir durumda olmayan, oğlu, kızı çalışma çağında olmayan, eline geçeni içkiye, kumara vermeyen birini söyleyin.
Geriye kalıyor: Açım diyenlerin hanımları ev hizmetlerine gidiyor. Kızları çalışıyor. Oğulları çalışıyor. Her yıl en az 2 ton fındık topluyor. Ben fındık bölgesinde yaşadığım için biliyorum. Kendisi emekli 12.500 maaş alıyor. Ayrıca başka bir işte daha çalışıyor. Evi var, arabası var. Fakir. Fakirse bu toplumun orta halli kesiminin durumu nasıl?
Evet devletimiz daha çok zam yapmalı. Gereğinden fazla zam yapmalı. Para güzel şey. İnsanı rahatlatıyor. Lakin sen yok nedir bilmez misin? Devlet dediğin de büyük bir aile. Nasıl ki paranın olmadığı zamanları, kıt olduğu zamanları yaşadıysan devletin de bugün öyle.
Hani vatan, millet, Sakarya? Nerede vatanperverlik? Nerede vatana sadakat? Hiçbir şehit mezarının yanından geçmedin mi? Türk bayrağının altında yatan şehit mezarının?
Ya onun altında yatan sen olsaydın? Ya oğlun olsaydı? Bunun için şükür etmen gerekmez mi?
Karadere’nin cin masallarından biri de Tayyip Erdoğan’ın 29 ton altını olması. Vaktiyle rahmetli Menderes için de söylenmişti böyle yalanlar. Güya bir uçak dolusu altını kaçırıyormuş.
Bunlar birer yalan. Solun yalanı. Bir yalancı gazeteci var. Yalan yazarak geçiniyor. Yalancılık şeytanın ahlakı olduğu için o da şeytanla yatıp kalkıyor. Tanıdığınızı umarım. Vesselam.
Kaynak: İdris Günaydın
Not: Işbu makale 19.07.2024 tarihinde Akit’te yayımlanmış olup yazarının izniyle burada da neşredilmiştir.(AS)
- Mehmet Ali Abakay Yazdı: Kitap Fuarı mı Çocuk Kitap Panayırı mı? - Kasım 25, 2024
- İstasyon Mahallesi’ne Ulaşım Artık Üst Geçitten - Kasım 21, 2024
- Mehmet Akkaşoğlu Yazdı: Allah’ın Güzel İsimlerinden El_Mütekebbir - Kasım 21, 2024