Ali SÜZEN YAZDI: NE OLACAK BU HAL-İ PÜR MELALİMİZ?

Gidiş iyi değil, dostlar… Ve gittikçe de kötüye gidiyor iyi olacağına… Hani bir söz var: “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!” İyi de, orada hesap var, hesap! Yapıp ettiklerinden de, yapman gerekirken yapmadıklarından da… Sen zannediyor musun ki başıboş bırakılacaksın? Hesaba çekilmeden, malını-mülkünü nereden, nasıl kazandığından harama-helale dikkat edip etmediğinden vee, “haram-helal ver Allah, bizim kızanlar yer Allah!” edasıyla hareket edip etmediğinden… Ömrünü nerede, nasıl geçirdiğinden, ilminle amil olup olmadığından, terbiyen altındakilere yeterli eğitimi, terbiyeyi, Allah, Peygamber sevgisini verip vermediğinden…

Dostlar, müslümanın mal, mülkle imtihanı iyi gitmiyor. Mağlup oluyoruz mal, mülk hırsına ve dünya tamahına… Mal ve mülkün ve herşeyin gerçek sahibinin yüce Allah olduğu gerçeğini, dilediğine az, dilediğine çok verdiğini… Birini yoklukla, birini varlıkla sınadığını… Daha fazla kazanayım, servetime servet katayım derken asıl zenginliğin ‘vermek’ olduğu gerçeğini unutuyoruz! Dertler; senetler-sepetler bitmez ama ömür biter. Bir de bakmışsın ki sayılı nefesin tükenmiş ve ahiret azığını hazırlamadan dünyanı değiştirmişsin. Mirasçıların da birbirine düşmüş: “lanet olası herif üç daire beş dükkan, han-hamam bırakacağına dört daire, altı dükkan, han-hamam bırakıverseymiş bak şimdi iki kardeş birbirimize düşmez, ortadan ikiye ayırıverirdik!” derler!

Beyler, iş işten geçmeden, ecel şerbetin içmeden kendimize gelelim. Şöyle bir başımızı ellerimiz arasına alıp düşünelim: “Bugün ben Allah için ne yaptım? Ya, bugün ömrümün son günüyse? “Her gördüğünü Hızır bil!” kabilinden kapıma çeşitli vesilelerle gelen kişi, Rabbimin beni sınamak için gönderdiği biriyse! Hani o surat ekşittiğin, sırası mı şimdi, dünya kadar işim var, haydi defol Allah versin! deyip kapından kovduğun, suratını astığın, yüzünü ekşittiğin kişi var ya belki de o kişi sana Allah’ın rızasını kazanma fırsatı verecekti. Ama sen bu fırsatı eften-füften bahanelerle belki de kaçırdın! O ihtiyaç sahibi kişi, o boynu bükük kişi, senin için belki de en büyük nimetti! Sen ne yaptın?

Bir şey vermiyorsan, katı gönlünden koparamıyorsan bir kıl, hiç değilse güzel bir söz söyleyip de gönderebilseydin onu incitip geride kırık bir gönül bırakacağına, azarlayıp kovacağına ya da; “pişman ettin beni, keşke sana bu katkıyı yapmasaydık” deyip yaptığın iyiliği de başa kakarak heba edeceğine..!

Ah, ah! Ne kadar katı, ne kadar empati yoksunu olduk, dostlar! Duvarımızda; “sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkalarına yapma!” yazıyor. Yazıyor ama hayata geçmiyor. Eyleme dönüşmeyen bir bilginin, bir fikrin kime ne faydası olmuş ki?!!

Seksenli yıllar… Uzunköprü İmam-Hatip Lisesi Müdürüyüm… Bir taraftan okul binası yaptırmak, diğer taraftan öğrenci temin etmek için harıl harıl çalışıyorum binbir yokluk içinde… Her hafta, öğrencilerimden  kurduğum bir ekiple ki, bir imam, iki müezzin ve ben de vaiz olarak Cuma günleri ilçelere, köylere gidiyoruz… Okulun aracı yok ulaşım için. Muradiye Camii’nde bir Cuma vaazımda halka rica ettim: “Cumayı değişik bir yerde kılarak daha çok sevap kazanmak isteyenler lütfen bizi birer hafta değişik yerlere götürsünler!” Müracaat edenler oldu, Allah kendilerinden razı olsun. O dar günlerde bize omuz verenleri daima minnet ve şükranla yadederim. Bir emekli müezzin vardı, anadol marka bir de otomobili… Kimse müracaat etmediği zamanlar ona derdim hadi bu hafta Cumayı filan yerde kılalım bizi götürüver, diye. Mevla’m gani gani rahmet eylesin, beni hiç kırmazdı, hayır demezdi. Oğlu da ticaretle meşgul… Oğlu, bir gün bana şunu söyledi ki o gün bugündür içimden hiç çıkmaz: “Hocam, hadi sen işini yapıyorsun anlarım. Ama bizi niye masrafa sokuyorsun, meşgul ediyorsun!”

İçimi dağladı bu söz. Zehirli bir ok gibi kalbimi, yüreğimi deldi geçti. İçimi çok ama çok acıttı. Hala unutamam ve unutabileceğimi de sanmıyorum. Mahdumlarla, bir kısım mahdumlarla oldum olası anlaşamam. Damdan düşmemişler, sıkıntı yüzü görmemişler. Sonradan görme havasındalar. Dava şuurları yok. Meseleleri yok. Yaradılış gayesinden haberleri yok. Tevekkeli dememişler; “mum dibine ışık vermez!” diye. Babasının bir ricası üzerine, ev taksitleri öderken, imkansızlıklarla boğuşurken kış Ramazan’ında kendi aracımla gidiş, geliş yaklaşık 100 km. yaparak, hayati tehlike atlatarak, yakıt parası bile almadan 30 gece Ramazan Vaazı için gittim. İlmimizin, Rabbimizin lütfunun sadakası olsun, dedik. Bir vesile ile hayır için, tebliğ için çıkarmaya çalıştığım bir dergiye reklam vererek destek olması için oğlunun başında bulunduğu iş yerlerinden birinin kapısını çaldım. Hocam, abilerimle konuşayım sana dönerim, dedi. Ertesi gün dönmeyince ben aradım, telefonuma cevap verme tenezzülünde bulunmadı. Herhalde o da aynı şeyi düşünmüş olmalı: “Hocam, hadi sen işini yapıyorsun, anladık. Anladık ama bizi niye rahatsız ediyorsun, fuzuli masrafa sokuyorsun!”

Beyler, Allah’ın mal, mülkle sınadığı beyler! Tebliğ (emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker) sadece bir kişinin, gurubun, zümrenin görevi değil ki! Her müslüman, bir kötülük gördüğünde gücü yetiyorsa eliyle, eliyle gücü yetmiyorsa diliyle, ona da gücü yetmiyorsa kalben o işi, kişiyi buğzederek bu hizmete katılmakla mükellef. Sen şahsen çok iyi biri olabilirsin ama başkalarına, ihtiyaç sahiplerine faydan yoksa beş para etmez herifin tekisin, bunu böyle bil ve “nemelazımcılık”tan bir an önce kurtul!

Allah ömrüne bereket versin,M. Şevket Eygi, müslümanların basın konusundaki gamsızlığından, vurdumduymazlığından yakınırken; ermeni-yahudi bir bakkalı misal verir ve cemaatinin gazetesini, dilini bile bilmediği halde sırf destek amacıyla daima satın aldığını ve böylelikle sahip çıktığını sık sık yazardı.

Basın, medya hele de zaman zaman gündem belirleyen sosyal medya için dördüncü kuvvet, derler. Bence yetmez! Basın, kamuoyu birinci kuvvettir, demokrasilerde. Kamuoyu gücü karşısında kim, hangi siyasi durabilir? Peki, kamuoyu nasıl oluşur? Basın yoluyla. Öyleyse bir müslüman bu konuda nasıl duyarsız olabilir?

Edirne, 30 Haziran 2019

 

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.