Ali Koç Yazdı: BAL, BAL DEMEKLE AĞIZ TATLANMAZ

BAL BAL DEMEKLE AĞIZ TATLANMAZ

O gün dergaha geç kalmıştı derviş. Zikir meclisine de yetişememişti. Dergah zikrin verdiği huzur ve huşû ile dolup taşmıştı. Bu ilahi neşveden mahrum kalmak Derviş’i kahretmişti. ‘Dünya işleri beni Allah’ı zikretmekten alıkoymamalı!’ diye hayıflandı. Mahcup, mahzun ve melûl bir şekilde kapının eşiğine çöktü ve oturdu.

Mürşidi, ” Onlar öyle kimselerdir ki, ne bir ticaret ne de bir alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten alıkoymaz”[1] ayetini okuyordu. Derviş bu ayeti duyunca hepten kahroldu. Hem dünya işlerini yürütmek hem de Allah’ı zikirden kopmamak! Bu mümkün müydü? Mümkünse nasıl olacaktı? Allah’ın övdüğü kimseler bunu nasıl başarmıştı? Derviş bütün bunları düşünürken mürşid zikri anlatmaya devam etti. “Zikir; anmaktır. Hatırlamaktır. Unutmamaktır. Gaflet halinden uzak olmaktır. Zikir sevginin eseridir. Öyle ki, zikreden zikrettiğinden başka ne varsa unutur. Sadece sevdiğini hatırlar. Sevginin alameti sevgiliyi her an hatırda tutmaktır. Bu yüzden şair; “Kumru sesindeki Hû! Yaylı tamburdaki sır… Hep Sen’i hatırlatır… Hep Sen’i hatırlatır”[2] demiştir. Derviş mürşidin zikre dair anlattıklarından çok etkilenmişti. O kadar ki kalbinin sesini duymaya çalıştı. Ardı ardına sorular sordu kendine. “Benim kalbim kimin için atıyor? Kimi hatırlıyor? Kimi unutmuyor? Kiminle huzur buluyor?”… Kalbi net bir cevap verememişti Derviş’e. Utandı.. Başını sol yanına yaslayıp kalbine seslendi: Ey Rabbimi hatırlamaktan başka ödevi olmayan kalbim! O’ndan gayrı her şeyle meşgulsün!.. Bu halinle beni nereye sürüklersin?.. “Cehenneme!” dedi mürşidi. Derviş “Cehenneme! nidasını duyunca afalladı. Bütün vücudunu ateş bastı. Sanki bir el Derviş’i alevlerin içine atmıştı. Bir yangının ortasında kalmış gibiydi. Oysa mürşid zikrin faziletinden bahsediyordu. “Zikir, Cehennem’e kalkandır” diyordu. Derviş sözün tamamını duyunca rahatladı. Büyük bir serinlik hissetti. Az önce yangınlar içinde kıvranırken ruhunu Cennet serinliği kapladı.

Mürşid devam etti. “Allah’ı zikir ruhun gıdası, bu yaralı gönlün merhemidir. O’nun yâdı sînelerin doyumsuz tadıdır. Zikrullah Allah’a yaklaştıran en güçlü söyleşidir. Kalbin nûru, rûhun huzûru, gönlün sürûrudur. Zikrullah iç alemimizin cilasıdır. Zikirden gafil olanların hali acınasıdır..” Mürşid sohbet halkasının en sonunda boynu bükük oturan Derviş’e doğru baktı. Ve onun başını kaldırmasını bekler gibi bir süre sessiz kaldı. Derviş bu sessizliğe kayıtsız kalmadı. Başını kaldırır kaldırmaz mürşidin ışık saçan gözleri ile karşılaştı. Mürşid Derviş’in gözlerinin içine baka baka; “O’nun zikri can yoldaşın olmuşsa, dünya ve içindekilere nasıl meyledersin?” dedi. Bu soru Derviş’in doğrudan kalbine dokunmuştu. Aylardır başını yaslayıp sessizce Allah! Allah! zikri ile uyandırmaya çalıştığı kalbi bir anda kontrolünden çıkmış, göğsünü dövercesine zikre başlamıştı. Sadece kalbi değil sırayla bütün letaifleri harekete geçmişti. Ruh’u, Sırr’ı, Hafî’si, Ahfa’sı ve hatta Nefs’i de… Yaşadığı lezzetin tarifine imkan yoktu. O an Allah’tan gayrı ne varsa hafızasından silinmişti. Gayr-i ihtiyari gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı.

Nihayet dayanamadı ve cezbeye gelip “Allah!” nidası ile ayağa fırlayıp olduğu yere düştü. Mürşid’in dilinden, “ İsm-i pâkin pâk olur zikreyleyen / Her murada erişir Allâh diyen ”[3] mısraları dökülmüştü. Mürşid sonrasında önemli bir hakikati ifade etmek ister gibi yerinden doğruldu ve; “Erenler! Zikri kalbe indirmeden sadra şifa olmaz. Allah’ı anmak ibadetlerin en şiddetlisidir. Bir kişinin kalbi Allah’ı zikrettiği müddetçe o kişi namazda sayılır. İster çarşıda, ister pazarda bulunsun bu böyledir. Dünya işleri kalbi zikrullah ile aydınlanmış kalbi Allah’ı anmaktan alıkoyamaz. Çünkü “El kârda gönül yârdadır”. Derviş bu sözlerden sonra, az önce yaşadıklarının da etkisiyle mürşidin dergaha geldiğinde okuduğu ayetin hikmetini kavramıştı. Mutlu oldu. Gönlüne bir ferahlık geldi… Mürşid sohbeti bitirmek üzereydi; “Allah zikri, gönül evinin ebedî huzûra açılan kapısıdır. Gizli ve açıktan yapılan zikir yerine göre insanın rûhânî, mânevî hislerini güçlendirir. Yerine göre de dış alemden gelebilecek her türlü tehlikelere karşı insanı donanımlı kılar. Zikir başlangıçta gönül evini dünya ve nefse ait hastalıklarından temizlemek için yapılır. Daha sonra dilden gönle geçer ve o gönül bütün azalara aşk dağıtır. İnsan tepeden tırnağa maşukunun rızasıyla dolar. O insan, sevgilisini üzmekten, incitmekten ateşe atılmaktan korkar gibi çekinir. Zikrin kalbe yerleşmesinin göstergesi, sahibinin ahlâkının güzelleşmesidir. Ahlâkı güzelleşmeyen kimse sanki zikir yapmamış gibidir.”[4] Mürşid zikre dair söyleyeceklerini söylemişti.

Tekrar başını kaldırdı ve Derviş’e bakarak sözlerini tamamladı. Erenler! Bilesiniz ki; “Bal bal demekle ağız tatlanmaz!”…

[1] Nur, 37

[2] Şair Yavuz Bülent Bakiler’in “Sana Geldim Mevlana” isimli şiirinden alıntıdır.

[3] Süleyman Çelebi’nin “Vesîletü’n-Necât” isimli eserinden alınmıştır.

[4] Yararlanılan eser: Hamza Kılıç, “Özbenlik (Kilşisel Gelişmede Zikir ve Tesbih)”, İnsan Yay., s.41-49
Kaynak:Ali Koç

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.