Yalnızlık ve Şehir. “Şehir İnsan Yazıları”
Yalnızlığı tarif, oldukça zor. Yaşamayan için anlatılması güç.
Tokun aç olanın halinden anlamaması misali, sıkıntılı.
İnsanın şehirde kalabalıklar içinde yalnızlığı nasıl izah edilebilir?
Kişinin kendisini kimsesizlik içre ruh halinde hissetmesi, etrafındakilerin varlığını sorgulamaktan uzak durum.
****
Yalnızlık ve Şehir…
Koskocaman, devasa apartmanlar arasına sıkışmış, iki katlı bahçeli bir ev gördünüz mü, hiç?
Şehirde kalabalıklar içinde yalnız olmanın hali, budur aslında, bilinip de anlaşılmama.
Yağan yağmur suyunu içmemeye direnen kimsenin deli olarak bilinmesi, suyu içenlerce.
****
Devasa apartmanlar arasında küçücük bahçeli ev.
Tepeden küçümsenen, içinde yaşayanların anlaşılmaması.
Şehirde böyle bir yalnızlık içindeyiz.
Yalnızlıktan huzur duyanın rahatsızlık duyması söz konusu değildir.
Anlaşılmama, en büyük acıdır.
Yağmur suyunu içmeye zorlamanın, kişiyi farksız kılma çabası.
****
İki katlı, bahçeli bir evi yıkıp yerine çok çok katlı betonla demirden çağdaş mezarlar dikerek, insanın özü gürlüğünü kısıtlama, kâğıttan mamûl “para ” ile mutlu olmanın hayalleri.
Ekilen, biçilen, sebzeden meyveye, tahıldan hububata ne varsa veren topraklar, bir bir vahşice betona esir kılınıyor, günümüzde.
Bu sudan içmedikçe rahat görmeyen, kendi iç dünyasında rahatsız edilmek insanî mi?
Her seferinde evin mevcut siteye, etrafı duvarlarla çevrili şatolara katılma talebi ve olumlu bilinmesi gereken red cevabıyla alaya alınan küçümseyici ifadeler, şehirdeki yalnızlığın mimarîde resmidir.
Bu ev, bizimdir.
****
Kendi ekmeğini pişiremeyen insan, kimsesiz.
Kendi yemeğini yapamayan çaresiz.
Yoğurdu ayran yapamayan acınacak durumda.
Söküğü dikemeyen, iğneyle ipliğe yabancı.
Şehirde gittikçe artan yalnızlık.
****
Çoğunluğa karşı koyma hali, mevcut olanca yaşama hakkı ihlali bilinir.
İki katlı bahçeli evi olduğu gibi koruma idealine adanan ömür…
Varsın, olsun çok katlı yapılara rağmen kutsal direnişe dönüşen sevda yalnız kalsın.
Bilinmeli ki yalnız kalanın kimsesizliğe tahammülünde sınır var.
Hele bir de açlıkla imtihan edilirse insan, oldukça zor.
İki katlı evin dört yanı çevrili.
Havasız kalan ağaçların yaprakları gün ışığından mahrum.
Bir bir kuruyan dallar ve gövdeden taşınamayan su, yaprak damarlarını beslemekten uzak.
Bir avuç toprağa dönüşen bahçe.
Takatsiz yerde yürüyen karınca.
Yuvaları bozulan kuşlar.
Kırılan camlar, düşen çerçeveler.
Kilitsiz kapının tokmağı yerinde yok.
Çatısı akmış evin duvarlarında rutubet, nem.
Ne olursa olsun, bu ev bizim kalmalı.
Doksandokuz daireye karşı müstakil ev, bir ve tek başına.
****
Çatısını onarmak için biri lazım.
Camlar değişmeli, çerçeve yenilenmeli.
Gerektiğinde ağaçlar için su taşınmalı, omuzlarda.
Bu ev bizim.
Yalnızlığın tercümanı evde doğduğumuz zaman ve geçmiş çocukluğumuz.
Hatıralar, delikanlılık ve olgunluk…
Evlilik, çocuklar, torunlar…
Bu ev, bizim.
Değiştirmeme adına ısrarla karşı duruş.
Her tehdide karşı duruş, başı dik, alnı açık.
Onlar, doksandokuz ise, biriz tek başımıza.
Onlar, geçmişini değersiz metaya, paraya değiştirince geçmişini de sattılar, ömürlerinin.
Biz, ömrümüzü kimsenin gölgesinde nihayetlendirmek istemiyoruz.
Bu ev, bizimdir.
****
Biz, sokakların ortadan kalkmasını istemedik, hiç bir zaman.
Mahalle çeşmemiz nerede?
Niçin susuzluğumuzu gidermez oldu, plastik şişeler?
Topraktan gelen nimetlere el uzatmamıştı istemeyenler, kim?
Dalından meyveyi koparma arzusu niçin hayal?
Biz, evimizde kalmaya ısrarlıyız.
Beyler, gecekondu muamelesi yapmakta.
Kesildi elektrikler önce.
Sonra karanlığı susuzluk izledi.
Biz, Hüseyini olduk, Çağdaş Kerbelaların.
Tapusu bizimdir, evin.
O, bize mirası ana- babanın, ceddimizin.
****
Biz, yalnızlığa razıyız, esarete âşık değiliz.
Celladına aşık olan idamlık konumunda bir yalnızlık, değil yaşanan.
Biz varsak, bu ev kalacak.
Yalnızlık içinde olsak bile bu ev, kimsesizlerin sığınağı kalmalı.
Dallarını kopartan eller, hayır görmesin ağaçların.
Duvarlarından taş çeken de yıkılsın içinden.
Bu ev, bizim.
****
Şehirde yalnızlıklardan sitemimiz yok, aslında.
Aysel, bir git başımdan seni bir türlü sevmedim.
Sen, bu evin yıkılması için bir görevlisin, biliyorum.
Bu ev, benim var oluşumun simgesi, özü gürlügümün mührüdür, alnımın derin çizgilerine ve nasırlı kanayan, çatlak ellerimde şekillenmiş.
Şehrin teknolojiye yenilmiş insanına, esareti ruhunda kabullenmiş anlayışına inat yalnızlıklarda yaşama şereftir, bu asırda.
Biz, öldükten sonra da kalmalı, bu evimiz.
Ev yoksa yağmur suyunu içmeyi kabullenmişiz vezir ve padişah misali.
Bize ” Deli” denilsin, alay edilsin.
****
Bu ev bizim.
İnsan, nasıl inkâr eder, köklerini?
Yalnızız, tek başınayız.
Huzur, buradadır.
Başımız dik, alnımız açık.
Duysun sesimizi körleşmiş vicdanlar!…
Korkumuz olmadı, asla sizden.
Dünya bizim!..
Yalnız, çorak, ağaçsız, susuz bırakılmışsa dahi coğrafyamızda her yer, olsun bu bizim.
****
Bu ev bizim kalacaktır.
Ölsek de miras, çocuklarımızın.
Düşse de taşlar temellere kadar.
Vasiyet, tekrar ayağa kaldırmaktır, evi.
Dirilmektedir bu, asrın kendisine karşı.
Direnmektir, haksızlığa ve zulme.
Bu ev bizim.
Bizimdir bu ev, onunla bağlantılı kaderimiz.
Sevincimiz…
Kederimiz…
İsmimiz ve cismimiz ve de kimliğimiz…
Fotoğraf: ŞEHİR ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
25 EYLÜL 2021 M. Ali Abakay
- Yalnızlık ve Şehir. “Şehir İnsan Yazıları” - Eylül 28, 2021
- Mehmet Ali Abakay Yazdı: Sermayesi Buz Olanın Korkusu Sıcaktandır– Şehir ve Hayat Yazıları- - Ağustos 25, 2021