Hasan Eren ULU YAZDI: MERHUM M. ŞEVKET EYGİ’NİN ARDINDAN
Mehmed Şevket Eygi Beyefendi’nin son yolculuğunda yanında olmak üzere Fâtih’e gidiyorum. Sosyâl medyâda birçok şey yazıldığı için ben de tanık olduğum, içinde olduğum birkaç konudan bahsetmek isterim.
Kendisinin yazılarını Mülkiye’ye girişimin ardından okumaya başlamıştım.
2000’li yılların başında devlet adamı olmak isterken gazetecilik beni birden çekmişti!
Günlerce Şevket Bey’in gazetedeki e-posta adresine mektup gönderdim fakat kendisinden hiç cevap gelmedi.
Yılmadan her gün yazıyordum; nihâyet gazetedeki bir görevli bana e-posta gönderdi.
Şevket Bey’in e-posta adresi kullanmadığını, mektuplarımı kendisine ilettiklerini ve onun da benimle görüşmeyi kabûl ettiğini bildirdiler.
Sonunda kendisiyle telefonla görüşme imkânı yakalamıştım. Israrımın ardından benimle İstanbul’da görüşmeye karara verdi.
Ankara’dan kalkıp yola çıktım. İstanbul’a kavuşup oturduğu eve yaklaştığımda kalbim küt küt atıyordu.
Zili çaldım, kapıyı kendisi açtı ve oturduğu odaya dâvet etti.
Kendisiyle neden görüşmek istediğimi, hangi mesleğe yönelmeyi düşündüğümü sordu.
El yazımı görmek istedi.
Osmanlı Türkçesi bilip bilmediğimi öğrenmek için okuma yazma biliyor musun diye sordu.
Bilmediğimi söyleyince hemen ilk dersi orada kendisi verdi.
Yazılı kültürün öneminden bahsedip sakın ola sözle yetinme dedi.
Türkiye’de birbirini en çok Galatasaraylıların, Mülkiyelilerin ve Masonların tuttuğunu söylemişti.
O gün beni Fâtih Belediyesi’nin sosyâl tesisine yemek yemeye götürmüştü.
Tabağımda birkaç parça pirinç kalınca “Siz bu ülkede ne büyük yokluklar görüldüğünü bilmiyorsunuz” demişti.
Ali Fuad Başgil’i, Mümtaz Turhan’ı okumamı istemiş ve Toynbee’den bahsetmişti.
Bu ülkede hâlâ A. Fuad Başgil’in Gençlerle Baş Başa başlıklı kitabında bahsettiği sorunların çözülmemesi çok acı!
Oysa henüz lise yıllarında bu kitaplardaki müktesebatı edinmek gerekiyordu.
Bir gün kendisini ziyârete gittiğimde Mûsevî bir tanıdığından bir paket gelmişti. Bana gösterip “Bak! Nasıl özene bezene paketlemişler. Hangi iş yapılırsa yapılsın hakkı verilmeli” demişti.
Bu ülkede Müslümanların maddî sorun yaşamayanlarının dahi şehirleşememesinden yakınırdı.
İstanbul’a ziyâretine geldiğim bir seferinde, kendisinden hâtıra kalması için bir hat levhası alıp alamayacağımı sormuştum.
Bana üzerinde “Men Sabera, zafera” yazılı bir levha vermişti.
Sabreden, zafere erişir mesajını vermişti.
Bugün kendisinin ardından sosyâl medyâda ne yazık ki hakarete varan ölçüde yazılara denk geldim.
Şevket Bey kusursuz birisi değildir, ‘Kanlı Pazar’ hatırlatması yapanlar da o dönemde bu memlekettekilerin birbirini boğazlayacak duruma nasıl geldiğini, neler olduğunu söylemiyor.
Türkiye’nin yakın dönem târihini araştıranlar sağ ve sol görüşlülerin birbirlerine nasıl düşman edildiğini de fark etmişlerdir.
Günümüzde ayrışmayalım diyenler de o kötü günleri en azından bilenler oluyor.
Şevket Bey’in politik görüşünü tamamen benimsemesem de iyi bir insan olduğuna şâhitlik ederim.
Öte dünyâda korktuklarından emin olup umduklarına kavuşmasını, Allah’ın rahmetiyle çepeçevre kuşatılmasını dilerim.
NOT: Sayın Cumhurbaşkanı da cenâze törenine katıldı. Namazın ardından yaptığı konuşmada dili sürçmüş olacak ki Mehmed Şevki dedi. Oysa Şevket Bey, kendisinin yazılarını okuduğunu söyleyip de ismini Şevki diye ananlara çok kızardı. Zâten Cumhurbaşkanı da hemen hatâsını düzeltti.
Cumhurbaşkanı’nın yanı sıra Numan Kurtulmuş Bey, Temel Karamollaoğlu Bey, Abdülhamid Gül Bey, Fahrettin Altun Bey, İbrâhim Kalın Bey ile gazetecilerden de birkaç kişi defin için mezarlığa gelmişti.
Cenâze namazının ardından bu kişilerin mezarlığa kadar gelmesi çok önemliydi.
- CHP Edirne’den Kayyum Tepkisi - Ekim 31, 2024
- Otomobil Bariyerlere Ok Gibi Saplandı - Ekim 31, 2024
- Mehmet Ali Abakay Yazdı: Notlar - Ekim 31, 2024