Emine Erdek Yazdı: Hadis ve Sünnet Anlayışı…

Hadis ve Sünnet Anlayışı..

Dinin iki temel kaynağından biri Kitab, diğeri Sünnet’tir. Kur’an ana kaynaktır, sünnet de onun açıklaması ve uygulaması.
Ümmet, asr-ı saâdetten bu yana dinin iki temel kaynağının Kur’ân ve Sünnet olduğu görüşünde ittifak halindedir. Dinin teorik kaynağı Kur’an, pratik kaynağı da Hz. Muhammed aleyhisselam’dır.
Kur’an’la Peygamberimizin sünnetini birbirinden ayırmaya kalkmak, dinin sadece teori sistemi halinde kalıp hayata yansımasına engel olmak demektir. Kur’an’la sünnet, insan açısından etle kemik gibidir. Sahih sünnete karşı tavır, Kur’an’ın hayata geçirilmesine karşı olmak demektir. Sünnet, Kur’an’ın öz kardeşidir. Peygamberimiz Kur’an’ı en güzel şekilde hayata dönüştüren örnek şahsiyettir.
O, yok sayıldığı zaman, vahyin hayata yansıması, her şahsın kendi anlayışına göre olacağından, dinde anarşi ve kaos ortaya çıkacaktır. Peygamberin sünneti devreden çıkınca, Kur’an’ın doğru anlaşılması ve hayata doğru şekilde geçirilmesi nasıl gerçekleşir?

İster istemez, bu boşluk doldurulacak; sünnet görevi üstlenmeye kalkan anlayışlar ve peygamberlik/örneklik görevi yapmaya kalkan insanlar ortaya çıkacaktır. Gerçeğini reddedince sahtelerine davetiye çıkarılacaktır. Sünneti reddeden zihniyet, kendi anlayış ve pratiğini sünnet yerine koymaya kalkacak; bilinçli veya bilinçsiz, hevâsını sünnetleştirecek, kendini de önder ve örnek olarak sunmuş olacaktır.

Sünnet, Allah Rasûlü’nün, ümmetine örnek olmak üzere Kur’an’ı hayata geçirmek için ortaya koyduğu uygulama, dini doğru anlama ve yaşamada örnek alınacak davranışlar bütünüdür. Sünnet, Kur’an’ın yaşanmış en doğru tefsiri, İslâm’ın pratik ve örnek tatbikidir. Peygamberimiz tefsir olunmuş canlı bir Kur’an’dı, yaşayan bir İslâm’dı. Kur’an ve sünnet bir bütünlük arzetmektedir. Sünnet bir taraftan delil olma özelliğini Kur’an’ın onayından almakta, öbür taraftan da Kur’an’ın beyânı, onun açılımı, fiilî hayata geçirilişi olmaktadır.

👉 Bazı insanlar, mealcilik yaparak Kur’an adına sünneti yok saymaya kalkıyorlar. Bu tavır, öncelikle Kur’an’ın reddettiği bir tavırdır. Son Rasûl de diğer şerefli elçiler gibi, yalnızca mektup getiren postacı benzeri, yani sadece mesajı (vahyi) getirip haber veren kimse değildir. O, vahyi getirip haber verir, onu tebliğ etmek için çaba sarf eder ve o vahyi bizzat uygular. Daha doğrusu vahyin hedefini bizzat yaşayarak gösterir. Mü’minler O’na bakarak müslümanlığı nasıl yaşayacaklarını ve Allah’ın kendilerinden ne istediğini öğrenirler.

Sünnet nedir?
Sünnetin mâhiyeti konusunda da ifrat ve tefrit olarak iki aşırı yaklaşım sözkonusudur. Peygamberimizin her davranışının sünnet olduğunu savunmak veya sünnet denilince birkaç davranış ve şekilsel özelliği anlamak, ya da daha ileri giderek sünneti dışlamak. Peygamberimiz, kendisinin her davranışının sünnet sayılmaması gerektiği ile ilgili açıklamalar yapma ihtiyacını duymuştur.
Sünnetin vahiyle ilişkisini belirlemek gerekirse, sünnetin vahiy yoluyla kontrol edildiği ve gerektiğinde düzeltildiği rahatlıkla ifade edilebilecektir.

“Gerçek şu ki, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için, Allah’ın peygamberinde, güzel örnekler vardır.”
(Ahzab, 21)

“Allah ve Rasûlü bir meselede kesin ve bağlayıcı bir hüküm verdiği zaman, mü’min erkek veya mü’min kadının, kendileriyle alakalı o meselede başka bir tercihte bulunma hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
(Ahzab,36)

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin de sakın amellerinizi boşa çıkarmayın!”
(Muhammed, 33)

👉 Dini yaşamada sünnete ihtiyaç olmayıp Kur’ân’ın yeterli olduğu tezi bazı çevrelerce savunulur. Tarih boyunca kısmen Hâricîler, ve Mûtezile sünneti delil kabul etmeyen anlayışı başlattı. Sonra müsteşrıklar (oryantalistler), onların etkisinde kalan modernistler sünnetin bağlayıcı olmayacağını ileri sürmeye başladılar.
bazı kesimler de hadis rivâyetleri arasına bolca karışmış uydurma ve zayıf hadislerden yola çıkarak hadis rivâyetlerini tümüyle güvenilmez gördüler. Sünnet konusunda da tereddüde düştüler ve onu tümüyle reddetme eğilimine girdiler. Bunlar, öncelikle “hadis diye rivâyet edilen sözler” ile “Peygamberin Kur’an’ı tatbik etmek için yerine getirdiği tevatür yoluyla bize ulaşmış davranışlarını” ve hatta “hadis” ile “sünnet”i karıştırmaktadırlar.

Şu bir gerçektir ki, Kur’an ve Kur’an’ın tevatür yoluyla bize ulaşmış tatbikatı olan sünnet, bireylerin ve toplumların hayatındaki müşterekliği sağlamada temel işlev görmektedir. Bir toplumu güçsüz bı­rakmanın ve yıkmanın başta gelen yolu, onun müşterek değerlerini ve hayat tarzını yok etmekten geçer.
Oryantalistler önce Kur’an’ın önemsenmeyen, okunmayan bir kitap hâline geldiği imajını verip sün­net hakkında şüpheye düşürmeyi, sonra da onu ortadan kaldırarak İs­lam toplumlarının tevhîdî birlik ve beraberliğini yok etmeyi hedef almışlar ve üzülerek belirtelim ki bunda da azımsanamayacak derecede başarı elde etmişlerdir.
Çünkü, sünnete başvurmadan Kur’an okuyarak ayetlerden kendi kafalarına göre manalar çıkaranların çoğu “Kuran’da çelişki varmış” diyerek Deist yada ateist oldular.

Evet, ümmet tevâtür alanında ve bu alanın oluşturduğu akaid esaslarında bir araya gelebilir, kardeşçe vahdete ulaşabilir. Zan alanı ittifakı değil, ihtilâfı davet edeceğinden, bu tartışmalı alanda birleşme olmaz.

Sünneti reddedenlere karşı Müslümanların çoğunluğunun olumsuz bir tavır aldığı halde, sünneti birkaç şekilsel özelliğe indirgeyen anlayış, maalesef hak ettiği suçlama ve kınama görmüyor. Kur’an’a ve tevhide yeterli hassâsiyet göstermedikleri halde, takvâ sahibi kabul edilenlerin sünnet adına savunup diğer insanları dâvet ettikleri şeyler iki elin parmağını geçmeyecek şeylerdir ve din açısından da özü, Kur’an’ın hayata geçirilmesi cinsinden olmayan tâlî (sünnet olup olmadığı tartışılabilecek olan Kur’an’ın önemsemediği) şeylerdir.
Sünnet diye çoğu insanın ısrarla yapıp başkalarına tavsiye ettiği şeyler: Yemeğe tuzla başlamak, yedikleri şeyleri tek sayıya uygun düşürmek, sakal, sarık, çarşaf, bazı nâfile namazlar ve ilâve edilebilecek bunlara benzer bir-iki şeydir; ha bir de erkek çocukların küçük yaşta hıtan denilen operasyonu, yani oğullarını sünnet ettirmek. Halk açısından sünnet denilince akla gelen ya sünnet düğünüdür, ya yemekleri sünnetlemek veya farz namazların öncesinde veya sonrasındaki sünnet namazlar, bir de (belki) sakal.

Sünnet, sadece saç sakal cübbe takke sarık ve’sair değildir; Kur’an’ın hayata hâkim kılınması için gayretler, putlarla ve putçularla mücâdele, İslâmî devlet oluşturma çabaları, Kur’an hükümlerinin topluma hâkim kılınması için nebevî tavırlar, Kur’an’ın şirke karşı nasıl tavır alınması gerektiğine ilişkin emirlerinin hayata geçirilmesi, toplumun hayra doğru değiştirilip dönüştürülmesi gibi hususlar, Kur’an’da emredilen ve Peygamber tarafından uygulanan ahlâkî, amelî, şahsî, siyasal ve sosyal davranışların tümünü kapsar.

Peygamberimizin sîreti, hayatın her safhasını içerir. Bütün hayata şâmildir. Hz. Peygamber’in Kur’an’dan yola çıkarak din olarak uyguladığı her şey de­mek olan Sünnet, aslında Allah’ın belirledikleridir. Sünnet anlayışının, hayatı bir bütün olarak kucaklaması gerekir. Dolayısıyla ”sünnet” kavramı: “Rasûl-i Ekrem’in davranış ve sözleriyle orta­ya koyduğu Kur’an’ı yaşamak için örnek/model” diye en geniş mânâsıyla kullanılmalıdır.

Bugün çekilen sıkıntı, Kur’an’ın hayata taşınmaması, yani sünnetin yaşanmamasıdır. Kur’an’ı her konuda rehber, Peygamber’i de her konuda model ve örnek almadığı için toplum bin bir problemle karşı karşıyadır.

Resulullah’ın sünneti denildiğinde anlaşılması gereken şey; Resulullah’ın Allah’ın Kitabı Kur’an’dan anlayıp uyguladıklarıdır. Bu tarifin kapsamında kalan ve bulunan sünnetin ise bütün müslümanları ilzam ettiği (bağlayıcı bulunduğu) bilinmelidir. Zira Resulullah, Allah’ın elçisidir. O’nun dininin ilk kabul edeni ve ilk uygulayanıdır. Gerek vahyin kendisine ilk geldiği kimse olması, gerekse bu vahyin içerdiğini düşünce ve ameller haline getirmede ilk uygulayıcı olması bakımından peygamber biz müslümanları bağlar. Bu bağlama, esas itibariyle Kur’an’ın bağlamasıdır. Zira peygamberi de bağlayan Kur’an’dır.
Hadislerle Sünnet Arasında en önemli iki fark şudur:
Mâlum, hadis Peygamberimizin Kur’anî hakikatleri açıklayan sözü, sünnet ise Peygamberimizin Kur’an’dan yola çıkarak davranışlarıdır.

Şiî ve Sünnî hadis külliyatı arasında dağlar uçurumlar kadar fark vardır.
Bununda en büyük sebebi;
Ömer ve Muâviye radıyallahu anh’a düşmanlık eden Farsların ve gaybet döneminde Emevîlere karşı kan davaları olan yalancı güvenilmez kûfelilerin, Sahâbîlerden intikam alabilmek için Ehlibeyt imamları adına yüzlerce binlerce yalan uydurmuş ve bu yalanları da din hâline getirmiş olmalarıdır.
Geçmişte yaşamış bazı Şiî âlimleri bile imamlar adına çok sayıda yalan uydurulduğunu itiraf etmişlerdir.
Kaynak: Emine Erdek

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.