Mehmet S Turan Yazdı: Garibin Hayatta Kalma Mücadelesi

Garibin Hayatta Kalma Mücadelesi
Gençliğinde yaşadığı felâketler ve darbeler onun özgüvenini ve benliğini hızlı bir şekilde yok etmişti.Toplumsal aktivitede ayakta kalma pahasına ödünler birbir verildikçe,o ondan birer birer gitmişti.Rezil olur korkusuyla konuşmadıkça,yorum yapmadıkça,HAYIR diyemedikçe,özgüvenini geliştiremedi.Dışlanır korkusuyla kalabalıktan hep uzak durdu ve yalnızlığın anaforunda kalakaldı.Başaramama fobisiyle adım atmadı ve olduğu yerde kaldı hattâ geriye doğru ket vurdu mütemadiyen.Hayır,olmaz derse kırılırlar,küser yada kızarlar korkusuyla hareket ettikçe,o hep boyun eğmek zorunda kaldı.Her şeyi kontrol etmek istediği anda ise yaşamayı kaçırdı.Kısacası kaygılar onu yönettikçe ve esir aldıkça,eksik bir hayat sürmeye devam etti ve hayallerine seyirci kalarak ve başkaları yaşadığını sandıkça o birbir ve hızlı hızlı ölüyordu…Herkes kendince haklıydı,öyleyse kimdi yok sayıp da her şeyi hiç eden?En sâkin insanı bile mahvediyorlar sonra tepki verdiğinde ona değersiz ve itibarsız kılıcı,farklı ve ucûbe yaftalar yapıştırıyorlar acımasızca.Ve kendince şöyle bir zihinsel düşünceye daldı;”Beni uyutmayan meselelerin size yemek bile yedirmeyecek günlerini düşlüyorum,az daha bekleyin,şimdilik hayatınızda hiçbir sorun yokmuş gibi yolunuza devam edin”.Farkında değildi sanıyorlar oysa farkındaydı,sadece bekliyordu ve o hep sessiz çığlıklar atarak anlaşılacağı günü yine sabırla bekliyordu.Hele bir at izi it izinden ayrılsın,o vakit belki suskun dili konuşacaktı.Bazılarının algıları onun yaptıklarına kapalıydı.Emeğini,sevgisini,çabasını görmüyorlardı.Ne demişti Yedi Güzel Adamdan Bilge Zarifoğlu “Onca sevgiye rağmen,kalbi filizlenmemişse,toprağı sen değilsindir”Vesselâm…
Sonra kulağına biri fısıldamışcasına “Çocukluğun karşında olsaydı ona ne söylemek isterdin?”diye sordu ve bir an tan kalarak duraksadı ve boğazı biraz düğümlendi sonra annesinin ve babasının ona anlattığı bebekliği aklına geldi ilk önce,zemherî ayında doğmuştu,kısa sürede yakalanmış bronşit hastalığına,bebekliği mütemâdiyen hastalık ve hastanelerde geçmiş bir süreçti,çocukluğuna kadar kortizon,ilaç ve iğnelerle geçmişti,bundan mütevellit olmalı ki çocukluğa geçiş süreci içe kapanık ve hareketsiz geçecekti,en ufak bir dikkatsizlikte yataklara düşen bir çocukluk süreciydi onunkisi,yani yaşayamamıştı doyasıya çocukluğunu.Ne diyebilirdi ki çocukluğuna?Ağzından şöyle bir cümle döküldü onun;”Çocukluğum mâsumdu ve yapacak birşeyi de yoktu ama “keşke “dedi keşke mutlu bir ortamda doğup büyüseydin…Ama senin de yapacağın birşey yoktu ve şansızdın tıpkı bebekliğin gibi”.Neyse diye bir kelime bulmuşlar,her yere yakışıyor nedense.İnsan bazen tüm kırgınlıklarını,kızgınlıklarını,acısını bazende koskoca bir ömrü Neyse’ye sığdırıyor…Söyleyecek çok şey var ama Neyse!…Zaten öyledir,insan kaybederse çok değer vermekten,kızamamaktan,kıyamamaktan,üzememekten ve herşeyi alttan almaktan kaybeder.Öyle yalnız hisseder ki insan kendini bazen…Ne sesinden anlayan vardır,ne de sessizliğinden…O sustukça pervâsızlaşan,o doğruyu söyledikçe yalanlarıyla dürüstlük nâraları atan,o iyi oldukça menfaat simsarlığı yapan sözümona insan müsveddelerine inat yoruldukça durulan,yamuldukça dik durmaya çalışan,yanıldıkça doğrulmaya çalışan bir ömürle bazen bir ölü deniz gibi sessiz ve durağan bazende bir çoruh nehri gibi dalgalı ve hırçın,biraz da delicesine boşvermişlik görüntüsü ve imajı vererek aslında dertler derya olmuş bir iç ile varlık yokluk arasında âraf bir hayattı onunkisi…Ne de olsa birgün herkes terkedecek bu dünyayı,kimi zamansız,kimi vedasız,kimi dargın,kimi kırgın…Etrafında o kadar dalkavuk var ki dindarlık adına simsarlık yapanlar,her türlü temizliği diline pelesenk edip idrar suyuyla abdest alanlar vs vs…Sâhi kul hakkı neydi acaba?Salt menfaat uğruna itibarsızlaştırmak,ego uğruna küçük ve hâkir görmek,kibir ve enaniyet uğruna ikiyüzlü olmak,emeğe saygısızlık,yaptığı çirkefliklere kılıf uydurmak adına her türlü ahlâk dışılığı kendine ve çehresine mübah kılmak,bütün bunlar kul hakkının normlarının dışındaydı Allahûâlem…Sonra tüm bunlarla donanımlı âdemoğlu gider haccını huşû ile yapar,yaktığı canları vicdanından izole ederek,yediği haltları zaten yaşamadı diyerek kurbanını süper egoyla keser,girdiği onca sapkın yollar varken birde dergâhı huzurda sûfîlik moduna girer…”Yenilmiş kul hakkını ne Mekke temizler ne tekke” dedi kendi kendine yine sessiz bir avaz ile…Yalan söylediklerini biliyordu,yalan söylediklerini kendileri de biliyordu,yalan söylediklerini bildiğini de biliyorlardı ama hâlâ yalan söylüyorlardı…Bu nemenem bir hayattı böyle?Parçaları bozulmuş yapboz gibiydi artık insanlar,kiminin ruhu,kiminin beyni ve bir çoğunun bir kalbi bile yoktu…”Ne kadar zorsun ey bu zaman” diye serzendi,ne dost belli,nede düşman?!?Öyle ya,insanı hayat yormazdı zaten,insanı insan yorar,kırar,harcar,kandırır,aldatır,kullanır ve atar.
“Durum bu olsa gerek” dedi ve gördün mü kıyamadığın insanlara sana nasılda profosyonelce kıyıyor”…Şaşırmadı da,alışkındı,ilk değildi,son da olmayacaktı.Herkesin yaşattığı birgün kendi sınavı olacaktı,buna tüm ümitsizliklere rağmen bütün kalbiyle inanıyordu,ben göremesemde bu böyle olmalıydı,yoksa olmaz mıydı diye düşünmek bile onun son umudunu da yok ederdi.Ona bir hayalin var mı?diye soran bile olmamıştı,çünkü o sevdiklerinin hayalini gerçekleştirebilmek için kendi hayallerinden vazgeçmişti…Kanadı kırılmış kuş gibi muştu ve inâyet beklerken ayağı kırılmış at gibi vurmuşlardı onu,yazık etti kendine,çok şey beklemişti insanlardan.Kimseye sırtını dayamamalıydı,güvenmemeliydi kimseye belkide…
Ne yapsa başaramıyordu,yapamıyordu,ne toparlanabiliyordu,ne de düzelebiliyordu,ne ahvâlini anlatabiliyordu eş,dost ve en yakınlarına…Dağıldı,kendine gelmeye çalıştıkça,kendini bulamıyordu bu kompleks zamânede.Kayboluyordu ama öyle uçsuz bucaksız derinliklerde değil,sonu olmayan çöllerde değil,kendi içinde yâni kendinde kayboluyordu aslında.Gırtlağına kadar darbeyle dolar mıydı bir insan?Hüznü,yalnızlığı iliklerine kadar hisseder mi?Öldürmüyordu onu bunca şey ama yaşatmıyordu da,acıtıyor,ağlatıyordu…Ona yaşatılanlar hayatı boyunca geçmeyecek travmalara sebep olmuştu.Yoruldu yaşamaktan,üzülmekten,ağlamaktan,insanların kirli oyunlarından,menfaatlerinden,aldatmalarından,hilelerinden, seviyormuş gibi yapmalarından yorulmuştu gerçekten de…Öyle ki yorulmaktan bile yorulmuştu ve kendinden…Nasıl tarif edilir ki?Gönül yorgunluğu aslında onunkisi,gökte yıldızın kalmıyor,gölgen bir yere sığmıyor,içindeki mes’udiyet ezgileri boğuluyor,penceren sokağa bakmıyor,bayramın bayram,baharın bahar olmuyordu.
Düşünsenize bir babanız var,daha iyi bir hayat sunması için geleceğine,eşine ve çocuklarına, çok çalışması gerekiyordu.Doğruydu aslında,çok çalışan bir babası vardı onun.Çok çalışan ve çok kazanan bir emekçiydi fakat ataerkil bir ailenin büyük oğluydu babası.O çalıştıkça ve kazandıkça,onun sırtından nemalanan ahlâk yoksunu ve onursuz bir ağabeyi varsa ömrü boyunca imtihanı da ağır olacaktı babasının.Daha iyi bir hayat için kardeşleri ile giriştiği bu çetrefilli hayat yolculuğunda hep ağabeyinin vurduğu darbelerle,attığı kazıklarla,oynadığı oyunlarla karşı karşıya gelecekti ne yazık ki.Babası kazandıkça kaybediyordu,çünkü ağabeyi onu ömrü boyunca sömürüyordu ve aslında ağabeyi onun ve tabiiki kardeşlerinin sırtından hayatına hayat katıyordu kendince…Cahildi babası,sürekli bir gurbet,sürekli çileli bir hayattı aslında onunkisi de.Saf ve mâsum bir anadolu delikanlısıydı.Daha 16 sında iskeleden düşüp dalağını kaybeden,35 inde beli iki büklüm olup yarım insan kalan, 39 unda bütün emeklerinin ağabeyi tarafından sömürülüp kalanı ise 45 saniyede yerle bir olan ve 9 saat enkaz yığınında canhiraş bir hayatta kalma mücadelesi veren,yılmadan,yıkılmadan çocukları için ayakta kalmaya çalışan,sakat sakat haliyle bile çalışmak için mücadele eden,âhirinde yetmemiş gibi kardeşlerinden türlü desiseler ile darbeler yiyen bir baba…Ve yaş 49 du,türlü sıkıntılara dayanamayan bedeni daha fazla direnemedi ve yakalandığı amansız illet ile iki yıl mücadele edip hayatının daha ona ihtiyaç duyulduğu çağlarında çileli bir ölüm…
İlkokulda toplasan 2 yıl birlikte aynı okulda okuduğu ablası,onu yanında yakıştırmıyor olsa gerek hiç elinden tutup da eve birlikte birgün bile gitmediği geldi bilinçaltına birden.Yıllar sonra bir erkek kardeşi olmuştu,çok sevinmişti garip,annesi onun çileli bir bebeklik ve çocukluk geçirmesinden dolayı üzerine titrediğini bilen akraba bozuntuları, ağır eylem ve söylemler ile travmatik tutumlar ile rencide etseler de onu,o yine sevinmişti bir erkek kardeşi olduğuna fakat gün gelecek dünyalık mevzu için “bundan gayrı biz sadece biyolojik kardeşten öte gidemeyiz”diyecekti ve ağır bir travma daha yaşayacaktı,unutamadığı…Birgün vedasızca terk ederse bu dünyayı, bilinirki o en çok babasını özlemiştir,en çok ona yanmıştır ve en çok babasını sevmiştir diyebiliriz.
Adamın biri yüzüne darbe alınca,”ah sırtım “demiş,vuran durmuş ve “ben senin yüzüne vurdum,sense sırtım diye bağırıyorsun”demiş.Adam da şöyle cevap vermiş;”eğer sırtımı yaslayacağım birileri olsaydı,sen yüzüme vurmaya cesaret edemezdin”demiş.Babasının varlığında çocukluğu onsuz,onun mücbir sebepli ilgisizliği ile geçti,tam ona ihtiyacının ziyade olacağı çağda ise babasının onu zamansız terkedişi çok müteessir etmişti onu.Günler birbirini kovaladıkça ve her geçen günden bir günde durup dururken aklına geliyordu,cevabını arayan sualler silsilesi…Yine birşey farketmişti,o bugüne kadar ne yaptıysa, kendine yapmıştı, oturdu bir köşeye,uzun uzun düşündü, kendine acıdı olsa gerek,insan kendine acır mı?O acımıştı,meğer ne çok ödün vermişti kendinden,ne çok ta düşmüştü dizlerinin üstüne, ne de çok susmuştu ,haklı olduğu halde…Boşa geçip giden günlerin arkasından bakıyordu şimdi. Aynada gördüğü yüzü tanımaya çalışıyordu, inandığı en güzel yalanlar için kızıyordu kendine.Öyle ya ne yaptıysa kendisine yapmıştı, başkaları vurmuş o ölmüştü sanki…Iyi olmalı, iyilik yapmalı,çocuksu ve saf duygular barındırıp,doğru olup yaşamaya çalışmak istiyordu,yaraştıramıyordu kendisine onursuzca bir hayat sürdürmeyi lâkin bazı insanlar kötüydü, sebebi ne olursa olsun kötüydüler ve başka insanlara yıkım ve mutsuzluk getirmedikçe asla rahat etmiyorlardı.40 yılı aşkın koca ömre rağmen halen dudaklarında benzer sözler “ilahi adalet var, birinin emeğini, iyi niyetini harcayan başka bir şekilde sizi de harcayacaktır “diye…Kırgınlıklarımızı,uğradığımız haksızlıklarımızı ,itibarsız kılınışlarımızı biriktiriyoruz,yoruluyoruz ve susarak kendimizi bitiriyoruz. Sonra nemi oluyor?Sonrasında en küçük şeyler bile içimizdeki volkanı patlatıyor.Adımız geçimsize ,tavırlarımız çekilmeze çıkıyor,herkes son sahneye bakıyor,neden bu hale geldiğimizi kimse sormuyor,anlamıyor, aslında kimseninde işine gelmiyor. Herkes menfaati için onurundan, şerefinden, kişiliğinden,edebinden vs vs öyle şeyler feda ediyor ki, anlatamayız.Iyi ınsanlara mı denk gelmiyoruz yoksa iyi insan mı olamıyoruz bilemiyoruz.Verdiği hasarın farkında bile olmayan, umursamayan insana neyi, nasıl anlatacaksın bir kere?Ben sana bunu nasıl yaptım diye,ben seni nasıl bu hâle getirdim diye üzülmeyen,bir kere bile kaybetme korkusuyla eli ayağına dolanmayan,vicdandan bîhaber insana neyi anlatacaksın…Hayatında bir kez bile doğrusu olmayan kanı bozuklar garip ve onun gibilerde yanlış arıyor heyhât!!!
İşte garibin zoruna giden de bu olsa gerek, ciğeri beş para etmezlerin bizde yanlış araması yâni…En çokta insana bu koyuyor, çok iyi biliyorlarmış gibi hakkında yorum yapar ama herkes seni tanımadan senin aslında nasıl biri olduğunu da bilmezler, nelerle mücadele ettiğini de bilmez, hiç kimse içinde ne ateşler yandığını, ne derdin olduğunu , hiç kimse senin neler yaşadığını anlamaz,o yüce hak divanında ,yarın hak talep edecek diye ümit ediyordu, ümitlerini kırdığınız her bir insan,bıktırdığınız,üzdüğünüz,yorduğunuz ,ayaklar altına aldığınız her şahıs,onurunu,izzetini incittiğiniz her kalp sizden hesap soracaktır.Uzaktan baksa o mahlûkatlar mükemmel konuşuyorlar,dürüstlükte level atlamış imajı veriyorlar, samimi ve içten pozlar, hepsi bir kurmaca,hepsi birer yalan ve kandırmaca…Herkesin yüzünde farklı maskeler var yâni.Keşke kabir azabından evvel vicdan azabı anlatılsaydı ınsanlara, cehennemden değilde kul hakkından korkan erdemli bir nesil yetiştirebilinseydi.Haklıymışım yada haksızmışım,bu zerre umrunda değildi garibin artık, sadece susuyor ve uzaklaşıyordu…Çünkü bu zamana kadar konuşmak hiçbir işe yaramıyordu.Cahildiler bunca kötülük yapanlar ona göre.Cahilde eksik olan akıl değildi, o kurnazdı,eksik olan ahlâktı.Cahil ,güçlüydü, kendi menfaat ve mutluluğundan başka hedefi olmayan insan kötü insandır.
Kinci değildi garip, kızgınlığını da bilinçaltındaki çöplüğe atıyordu ama şu yüreğindeki sızı varya işte o geçmiyordu, çünkü herkes, herşeyi bilerek, görerek ve isteyerek yapıyordu.Ne güzel nasihattir;”Kendine hak gördüğünü, başkasına çok görme “…Ilâhi adalet var.Birinin iyi niyetini ,emeğini harcarsanız, başka bir şekilde de sizi harcarlar…Değer verdiğiniz ,önemsediğiniz ve öncelik olarak gördüğünüz insanın sizi bir hiçmiş gibi hissettirdiği vakit herşey bitiyor, sonrası yok…O yüzden şairin dediği gibi “Küstürmeyin insanları hayata,sonra herşeyden vazgeçiyorlar.Yaşamaktan,güzel olan herşeyden.Bir oda da yalnızlığı,bir dağ başında kalmayı, bir adada mahsur kalmayı nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar.Küstürmeyin işte bazı insanları” diyordu.Heves ettiği şeylerin kursağında birikmesinden oluşan hayal kırıklarını bir yorgan gibi üzerine örtmüştü âdetâ,o olsun diye çabaladığı herşeyin olmayışını yutkunarak seyredendi,o elini uzattığı yeşil dalların, kuruduğuna şahit olandı, o olmamış olan herşeydi aslında…Hayır diyemedi bir türlü,hayır demeyi geliştiremedi, bırakamadı şu elâlemi,birşeyi birgün onların istemediği gibi yapamadı ama işine yarıyorsun elâlemin,baş tâcısın,yaptığın kusurdur yâni yaramadığında,elâlemin işine yaradığı kadarsın,şu çetrefilli dünyada vesselâm…
Bir süre sonra herşeyden vazgeçiyorsun,yoruluyor ve haklı da olsan artık boş veriyorsun.Birçok şeyin önemi kalmıyor, haklı yada haksız olmak.Kendini anlatmak veya anlatamamak, anlaşılmak ve anlaşılamamak.Herşey anlamını yitiriyor…Geriye sadece susmak kalıyor…Aslında herşeyin farkındaydı, elinden birşey gelmiyordu,güçsüz ve yorgundu,sadece yeri geldiğinde aptala yatıyordu.Hadsiz,pervasız, ahmak ve fütursuzların oyunlarına sadece sessiz bir aptala yatıştı onunkisi…Müsaade ediyordu onların bu tavrına ve tutumuna ama onlar onu aptal yerine koyduklarını sanıyorlardı bilâkis o aptal değildi.Sadece yorgundu ve müsaade ediyordu…Yoruldukça vazgeçti, çünkü uğraştıkça yıprandı, uğraşmak istemiyordu sadece, sanmayın onun yapılan hiçbirşeyin farkında olmadığını, belki de ruhu ve yüreği doğru zamanı bekliyordu ,çoğu şeyi içine atıyordu ama kimin,ne yaptığını unutmuyordu asla, kin tutmuyordu hiç kimseye fakat unutmuyordu, unutamıyordu.Ağlayarak özür diliyordu kendinden ve kendi kul hakkına girdiği için, kendi mutluluğunu ihmal ettiği için kendi değerini başkasının insafına bıraktığı için, haksız olanı kaybetmemek için idare ettiğinden ötürü, haklı olduğu halde özür diliyordu kendinden,kaderine ve mutluluk fırsatı vermediği icin,insanlara hiçbir sorunu yokmuş gibi yansıttığı için, güçlü görünmek adına herşeyi sırtlandığı için özür diliyor kendinden..Onu küçümsemeye izin verdiği için,kibirli ve kurnazlara itibar ettiği için, anlamsız ilişkilere anlam yüklediği için,değişmeyecek ınsanlara emek verdiği için en çokta kendinden özür diliyordu.Onu bilerek ve isteyerek anlamak istemeyenlere dil döktüğü için, duygusuz ve vicdansızlara yalvardığı ve onlardan medet umduğu için, güvensizlere bel bağladığı için,onursuzlara yaslandığı için, kendinden özür diliyordu.Elalem ne der diye uyumlu davranıp maske taktığı için, ağlaması gereken yerde gözyaşını içine akıttığı için, konuşması gereken yerde sustuğu için kendinden özür diliyordu.Sevmeyenlere kendini sevdirmeye çalıştığı için, küsmeye bahane arayanların peşinden koştuğu için onu çekemeyenlere kendini anlatmaya çalıştığı icin,hatalarını büyütenlere fırsat verdiği için, kendinden fırsat verdiği için kendinden özür diliyordu.Kendisini ne çok ertelemişti ,böyle acımasızca ve artık anlamıştı halden bilmez insanlarla çevrili dünyası kahretmeyi öğrenmedi belki ama sabretmeyi çok iyi öğrenmişti onların sayesinde,ertelediği hayallerinin ve konuşmadığı cümlelerinin haddi hesabı yok,hemde fazlasıyla, kırılmıştı ve yorulmuştu, kendinden başka herkesi önemsediği anlarda, sözlerin en acısını hak edenlerin yüzlerine gülümsediği de oldu,kapıyı çarpıp gitmesi gereken yerlerde kaldığı zamanlarda, öfkesini hak eden insanlara sustuğu günleri de oldu,kendini çok ertelemişti,hem de çok, işte böyle birisiydi garip,derin bir insandı o,herkes anlayamazdı, gülüşleri ,kahkahaları çoktu ama bir o kadar da üzüntüleri, hayal kırıklıkları daha da çoktu, hepsini o gülüşlerin arkasına saklar, kendine mutluluk maskesi yapardı. “Iyiyim”derdi soranlara ,”birşey yok”,”herşey yolunda “derdi ama kimsenin umrunda değildi yorgunluğu, suskunluğu, sessizliği,dedim ya herkes anlayamazdı garibi.Kimse yıkık bir virane olduğunu anlamasın diye ,şakalar yapıyordu, arada kalp onu yokluyordu,taşikardi,bayılma,tansiyon vs.Düşünmek ağır geliyordu, nefes alamıyordu bazen ama kimseye çaktırmıyordu, bütün belalar ve musibetler üstüste geliyordu ama tek sığınağı yüce Yaradanıydı onun.Aslında o kendi halindeydi ve sadeliği seviyordu.Sakin sakin yaşamayı istiyordu, yaşanmışlıkları onu panik atak yapsa bile kimseyi rahatsız etmeyi istemiyordu, elinden geldiğince yardımcı olmayı,övgü beklemiyordu, kendini anlatma çabası da yoktu,kendi halinde olmak ona iyi geliyordu ama o haksızlık ve yanlışlıkları gördükçe içi gidiyordu, dayanamayıp serzense bu kadar hal bilmezin içinde ezik bir ruhaniyet ile geri çekiyordu malesef kendini.Kendinden başka hiçbir kimseye zararı olmayan, hüzün ve gülümseyişlerinin arkasında saklanan ve artık masallara inanmayan bir edayla “Sanmaki insanlar değişir,kimse değişmez, yalnızca şartlar değişir,o yükseldikçe sevenin, sen düştükçe satanın bol olur”aslında hepsi bu!
“Üç kuruşluk dünya menfaatleri uğruna etrafındakilere yokmuş muamelesi yapanlar ,size diyorum, size…”İlâhi adalet vardır.Artık kavramlar o kadar birbirine karışmıştı ki,nerede,ne zaman,nasıl ve kiminle,ne şekil konuşacağını bilemez hâle gelmişti âdeta…Ne yapsa suç, ne dese yanlış oluyordu,”yoksa ben kötü birisi miyim?Ben bunun farkında değilim yada tam tersi de ben algılayamıyorum “diyordu kendi kendine.Susuyordu,kendini geri çekiyordu, yalnızlığı tercih ediyordu, tâ ki biri yanına sokulup konuşmaya başlayınca, bir dokunup bin ah işitmiş edasıyla birşeyler söylemek isteyince yine konuştukları başına iş açıyordu, olmuyor , olmuyordu , birşeyler tersti yada yanlıştı , eksikti, fazlaydı ama bir türlü içindeki duygularını ifade ederken aksilikler onu bedenen terletiyordu,rûhen ise eziyordu gün geçtikçe.Sevecen olsa suç,saygılı davransa başka bir dert,haklı olduğu bir konuda kelâm etse sorunlu…Doğrudur,mükemmel değildi, iddia da etmiyordu ama hiçbir kimseye yalanlar söyleyip duygularıyla da oynamamıştı,hatalarını herşeyiyle itiraf etmesini de biliyordu,kabulleniyordu lâkin birden fazla yüzle kimsenin karşısına da çıkmıyordu.. Yeterince yalakalık ve dalkavukluk düşüncesine kapılıp ta statü ve rol kapma çabasında da olmamıştı kesinlikle…Yaptıkları doğru bile olmasa, başkalarının kullandığı pozisyonda gaza gelerek bile olsa,o hiçbir lâhza sürekli güçlünün yanında yer alma çabasında olmadı, kıblesini menfaat ve çıkar odaklı yapmadı, ekmekle oynama, sarkıntılık gibi şeyler onun hiçbir gününde gönlünde olmadı zaten.Eskiden böyle erdemler için kişilerden gurur ve onur duyarlardı,öyle ya kıvanç duyardı insan böyle erdemlere sahip olunca,şimdiyse çakallık, tilkilik vs gibi şeyler bireyi bir yerlere taşıyordu. Deliceydi davranışları, belki destursuzdu lafları ama riyakârlık ile kazanacağına, doğrularıyla kaybetmesyi yeğlemişti gel ki ne fayda!Öyle insanlarla rûberû oluyordu ki ayakkabı mağazası gibiydiler sanki,her numara var, o bile şaşıp kalıyordu böyle türlü türlü numaralar ile gözbegöz olunca.Bir bakıyorsun,güzel giyinen onca erkek, kadın , sanki hiç başına kötü şeyler gelmemiş gibi,keşke diyordu, keşke insanlar güzelliğe, zevke,sefaya düşkün oldukları kadar dürüstlüğe de düşkün olsalardı ve vicdanlarının sesiyle,anlayış ve empatiyle yaklaşsalardı karşındaki kişilere, ezmeden, hakir görmeden, hırpalamadan,acıtmadan ve yakmadan.Bazen artık herşey çığırından çıkıyordu ve depresyon kaçınılmaz oluyordu garipte,Murathan Munganın da isabet buyurduğu gibi “Kimsenin konuşmadığı bir dil gibiyim,hiç söylenmeyen bir şarkı, hiç sorulmayan soru gibiyim.Kalabalıklar içinde varım ama yok gibiyim”bir şeydi garipteki aslında…Tam o esnada tutunacak bir el arar ama herhes ,sağır ve dilsiz,herkes vicdanlarını mühürlemiş,ona yardım eli uzatmak yerine kaçırıyorlar ve hatta bir darbede onlar vuruyorlardı .
Bazen söylediklerini anlayan biri değilde, söylemediklerini de anlayan birine ihtiyaç duyar insan ams Sems’in de dediği gibi”Herkes iyi insan deyip açarsan gönül pencereni, kimi camını indirir kimi pencereni”çok acısını da çekmedi değil böyle pozisyonlara düştüğü de olmuştu. Onunla konuşmak için sabırsızlanan ve söylediği her kelimeyi dinleyen kişi bir yada ikiydi.Onlarda uzaktı garibe. Günün sonunda her zaman yanında olsolan olmak isteyen kişi, onu rahatsız eden bir durum olduğunda bile hâlâ uzaklaşmayan,hâlâ benim için önemlisin diyebilen kişi, uzaklarda, uzaktı da…Gözyaşlarını silen ve gözyaşı lekeli yanaklarını eliyle kurulayan kişi, onun için fedakârlık yapabilen ve her durumda yanında olan, onu tanıyan ve sormadan ne istediğini bilen kişi, yaptığı hatalar ve seçimler ne olursa olsun onunla olmak isteyen kişi, maddesel ilişkileri için onu kullanmayan, onu o olduğu değerli gören, yanında her zaman rahat ettiği kişidir. Aslına bakılırsa garip,insanların ne kadar kötü olduklarını gördükçe hiç şaşırmıyordu fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce çok şaşırıyordu.O hep yaralı kuşları severdi,sevdikçe iyileşir, iyileştikçe uçup giderlerdi, şimdilerde o da yaralı bir kuş misaliydi ve iyileşmek istiyordu, iyileşip gökyüzünün huzurlu bir yerinde temaşa ile seyrü inşirah eylemek istiyordu belkide…
Garipte son zamanlarda bazı enteresan şeylerde değişmişti, uzun yıllar hiç yapmadığı şeyler,mesela sigaraya başladı, birdenbire, hem de, başlama,günde iki paket içiyordu, “çok içiyorsun ,kalbine zarar veriyorsun “diyorlardı.Kalbe sigaradan daha fazla zarar veren şeylerde var,cok fazla düşünmek, haddinden fazla değer vermek, kırmamak için kırılmak gibi ve tüm bunlara değmeyecek insanlar için feda ettiğini sonradan idrak etmek gibi…Arada bir ,gece,gündüz hiç farketmiyordu ya onun için, dudaklarından şairane mısralarda düşmüyor değildi hani!Az biraz teline dokun hele,az kulak ver,bak ne diyordu;
Bir sana hasretim bir de güle,
Ağlayarak değil gel ne olur güle güle…

Garip Gıffardır adım
Kader ise soyadım
Ne sevmeyi tanıdım
Ne sevince ağladım
En sonunda benliği
Ebûzere bağladım…

Doğarken bir çile, büyürken ızdırap,
Yaş kemâle erdi şimdide girdap,
Sırtımda hançerler, kalbimse harap,
Derdime bir derman yoktur ilacı.

Ağzımın tadı yok, talihsiz bahtım,
Istemem sarayı, istemem tahtım,
Bu sana son yemin,bu sana son ahtım,
Derdime bir derman yoktur ilacı.

Gözümden yaşlar akmasın artık,
Ağrılar acılar yakmasın artık,
Umarsız boş dünyam dönmesin artık,
Derdime bir derman yoktur ilacı.

Şu garip nâmerde muhtâç olmasın,
Muhannetin kabına suyum dolmasın,
Has güllerim mezarımda asla solmasın,
Derdime bir derman yoktur ilacı.

Yaşamaktan bir haz alamadığım,
Sensizken var olan yazdan yoruldum.
Denedim bir türlü çalamadığım,
Parmaktan,mızraptan,sazdan yoruldum.

İftira, gıybet,yalan, yanlıştan,
Ederinden misli yapılan işten,
Yalakalık,el öpme,sahte gülüşten ,
Fütursuz,riyakâr sözden yoruldum.

Vatan, millet dedim kutsalıma dayandım,
Yeri geldi kanımla al bayrağa boyandım,
Yeri geldi gülendim,yada ağlayandım,
Kutsalımla oynayan itten yoruldum.

Sevgi yok,vefa yok,saygı yok,
Edebin kalbine saplandı bir ok,
Sakallı, cübbeli ne ararsan çok,
Tevhidden bîhaber şirkten yoruldum.

Birçok ucubeye akıl dediniz,
Allahın dostu bu, vekil dediniz,
Anlama,sorgulama,çekil dediniz,
Söz geçirilmeyen puttan yoruldum.

Garibiyem,güftesiz çalınan tardan,
Yıldım aslan yurdu çakallı yerden,
Yüreğim yanıyor ateş ve hardan,
Zalimden,katilden,puşttan yoruldum.
Kaynak: Mehmet S Turan

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

One thought on “Mehmet S Turan Yazdı: Garibin Hayatta Kalma Mücadelesi

  • Haziran 11, 2024 tarihinde, saat 04:49
    Permalink

    Gerçekten garip gelmiş dünyaya

    Yanıtla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.