Recep DUYMAZ Yazdı: SARI GELİN TÜRKÜSÜ VE ERMENİ MESELESİ

Bilgi mi, Duygu mu Daha Etkileyicidir – 2
O günden itibaren Sarı Gelin türküsünün sözlerini ve hikâyesini araştırmaya başladım…. Bitmek tükenmek bilmeyen varyantlarını gördüm… Türkü, çeşitli ülke, bölge, hatta şehirlere mal ediliyordu… Baktım işin içinden çıkamayacağım…. Sonunda bana en yakın olanı veya benim ona yakın olduğum varyantını seçmekle işi sonuçlandırdım… O da Abdülkadir Geylani ( XII. yy ) hazretleriyle ilgili olanıydı….

Rivayete göre Abdülkadir Geylani hazretleri, genç müritlerinden Sinan’ı, arkadaşlarıyla birlikte Kafkaslarda İslamiyet’i yaymak üzere görevlendirir…Sinan, gittiği yerlerdeki sohbetlerinde, vaazlarında insanlara dünyanın fani olduğunu, bu geçici dünyanın güzellerine ve güzelliklerine kapılmamaları yolunda öğütler verir…. Nasihatler eder… Bir gün Penek şehrinin padişahının bahçesinde ileri gelenlerle sohbet ederken çiçeklerin arasında bir kız mı, yoksa bir kızın sarı bir çiçeğe dönüşmüş hayalini mi görür kestiremez….. Dalar gider…. Gidiş o gidiş… Genç mürit, bir fani güzele gönlünü kaptırmıştır… Benzi gün gün solmaya, gözleri kararmaya, bedeni erimeye başlar… Kıza haber gider…. Gizlice buluştuklarında Sarı kız, derinden sevildiğini anlar…. Sinan’ın gözünde artık ne sohbet, ne vaaz, ne nasihat kalmıştır….
Arkadaşları durumu Bağdat’taki şeyhe bildirir. Şeyh, dört yüz kişilik silahlı bir kuvveti, Sinan ile Sarı kızı alıp getirmeleri için gönderir…. Ancak Penek padişahı, kızı güzellikle vermez… Bunun üzerine Sinan ve arkadaşları, iki sevgiliyi kaçırıp Bağdat’a götürmek için yola çıkarlar. Kars yakınlarındaki en yüksek dağı aşmak üzere tırmandıkları sırada Penek padişahının askerleri yetişir….
Vuruşma başlar… Dört yüz yiğit, birbirlerine cesaret vermek için Allah Allah nidalarıyla yeri göğü inletir… Fakat bir ordu karşısında fazla direnemez, bir bir kırılırlar…. Bir ara Sinan, atını siper ederek Sarı kızı kucağına alır… Ona gözleriyle değil, kalbiyle bakar… Ölümün yaklaştığını sezer gibi olduğu o an, onu birden olgunlaştırır ve tasavvuftaki fani güzellikler, kulu ebedi güzelliklere götüren birer vasıtadır, hikmetinin sırrını anlar gibi olur… Ruhuyla onunla evlenmek ister…. Gözlerinin ta derinliklerine bakarak, ona “Sarı kızım!”, bir rivayete göre, “Sarı Gelinim!…” diye hitap eder….O, artık Sinan’ın gelini olmuştur… Kucağındaki kızın yüzü, seyrine doyum olmaz manevi bir güzellik kazanmıştır… Kız, dudaklarını kımıldatıp bir şeyler söylemek üzereyken gelen bir kurşun, göğsünü parçalamıştır…. Sinan çılgına döner…. Karşılık vermek için ne silah, ne at ne de arkadaş arar…. Sadece içini dışa vurur: “Sinan ölsün Sarı Gelin…. ( Sen ölme!…) Sinan ölsün Sarı gelin… Sinan Ölsün Sarı Gelin…” Çok geçmeden iki sevgilinin ruhları, Kafkasların en yüksek dağından daha da yükseklere doğru uçup gider….
Bu hikâye halk arasında dört yüz yıl oradan oraya giderek söylenip durur… XVI. yüzyılda bir gönül ehli, bu dağınık hikâyeyi, derleyip toplar, bir türkü haline getirir ve sazın telleriyle birleştirerek besteler… Artık o, içerdiği derin anlamının yanına, müziğin ahengini ve insan sesinin sıcaklığını da katmıştır…
Metinde bu varyantın doğruluğunu destekleyen somut işaretler vardır: Kars yakınlarındaki Allahuekber Dağlarının adının kaynağı, onların başında gelir. Allahuekber dağları bu adı, az yukarıda anlattığımız gibi, Abdülkadir Geylani hazretlerinin müritlerinin kızı geri vermemek için vuruşurken birbirlerini cesaretlendirmek üzere çıkardıkları Allah Allah seslerinden almıştır…..
Sarı Gelin türküsünün metin yapısı da bu varyantı destekler…. Metinde tekrarlanan (Oy ninen ölsün Sarı Gelin) dizesinin türkünün yakıldığı XVI. yüzyılın başlarındaki aslı, ( Oy Sinan ölsün Sarı Gelin) şeklindedir… Bunun sebebi az yukarıda anlattığım gibi, bu cümleyi Sinan’ın, kucağında ölmek üzere olan Sarı Gelin’e bakarken söylemiş olmasıdır…. Metnin anlam akışı da bunu doğrular… Ninenin dağ başındaki vuruşma anında iki genç arasında ne işi vardır?…. “Ninen” kelimesi, türküye sonradan eklenmiştir…
Halk muhayyilesi, bu türkü yakılırken Sarı Gelin’in eline bir “divit kalem” tutturmuştur…. Bu da sanki genç kızın ölmek üzereyken sevgilisine söyleyemediklerini, kalemin yazması içindir… Nitekim türkü, bu kalemle yazıya geçirilmiş, bestelenmiş ve dört yüz yıl boyunca, dinleyen herkesin gönül tellerini titretmiştir…
Estetik değer taşıyan güzel türküler, dinleyenleri duygu bakımından eğitir ve bu türküdeki Sinan gibi ince duygularla donatır… Artık onlar, bir genç kıza, bir güle baktıkları gibi bakarlar….
1915 olaylarında hem Türkler, hem Ermeniler acılar yaşamıştır. Ermeniler, acılarını sanat yoluyla anlattıkları için çok taraftar bulmuş, biz ise sadece bilim yoluyla anlattığımız için az taraftar bulmuşuzdur… Bu durumda bundan sonra tutacağımız yol görünmüştür: Ermeni sorununu, dünyaya bilimin yanında hikâye, roman, şiir, müzik, resim, tiyatro, sinema, kısacası sanat ve estetik yoluyla da anlatmaya başlamamız yoludur…

admin
Sosyal Medya

admin

1953 yılında Edirne'de doğdu. İstanbul Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. 11 yılı lise müdürlüğü olmak üzere 25 yıl öğretmenlik yaptı ve 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'ndan emekli oldu. Üniversite yıllarından beri hobi olarak çeşitli yerel ve ulusal basında köşe yazarlığı yaptı. İlk kitabı olan 'BAŞARI HİKAYELERİ' 14 Haziran 2018'de yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Gönder
Haber İhbar Hattı
Haber İhbar Hattı..
Lütfen Sağ Alttaki Gönder Butonunu Tıklayınız.